Türkçede “Alavere dalavere, Kürt Memet nöbete!” diye bir söz var. Hakiki bir söz. Yaşanmış bir söz. Yaşadığım bir söz. Çünkü hem Kürt’üm hem adım Memet. İrili ufaklı birçok dalavereyle karşılaştım evet. Fakat ben başıma gelenleri diğer Memetlerden farklı okudum. Maceram görünüşte diğerlerinin tıpatıp aynıydı. Ortada gerçekten de fasılasız alavere dalavere dönüyordu ve ben sürekli nöbetteydim. Eğlence ve kahkaha sesleri benden hep uzaktaydı. Karanlık nöbet kulübesinden uzaktaki aydınlık ve şen şakrak pencereleri geceler boyu seyrettim. Buraya kadarki aynılığa bakıp hem beni nöbete gönderenler hem de zırt pırt nöbete gönderildiğimi görenler diyordu ki: “Bak gördün mü, Kürt olmasaydın başına bunlar gelmeyecekti, sıcak yatağından çıkmak zorunda kalmayacaktın.” Hayatı birilerinin başka birilerini itip çekiştirmesinden ibaret bir mekanizma gibi görenler hayatın akışına tesir meyanında insanın öz yönelimlerini, iç dinamiklerini hesaba katmazlar. Allah’ın hikmetini ise hiç! Zahire bakar onlar: “Saat gecenin üçü mü? Üçü!.. Nöbette misin? Nöbettesin!.. Demek ki Kürtsün! Kürt değilsen bile Kürtsün! Her gece bu saatte buraya dikildiğine göre…”
Elini ve zihnini meşgul etmeyi seven biri olarak evdeki, işteki, sokaktaki, camideki, okuldaki atalet, yönsüzlük, boşvermişlik hâli beni hep endişelendirmiştir. Aynı hâli yirmili yaşlarımda kışlada da görünce şafak attı. Birkaç asalet ve derinlik sahibi çocuğu istisna tutarsak koğuştaki laubalilik, lakaytlık, laçkalık bana müthiş rahatsızlık veriyordu. Şayet insanların en küçük fırsatta bile vazifeden kaytardıklarını bilmeseydim, menfaat kaygısıyla dost-düşman olduklarını görmeseydim ve nöbetlerin nasıl savsaklandığını işitmeseydim belki koğuşun keyfini ben de biraz çıkarabilirdim. En azından başımı yastığa tasasız koyabilirdim. Ama nerde…! Baktım içeride bana huzur yok, kendimi usulünce dışarı attırmanın yolunu aradım. Aradım ve buldum: Gündüzleri arazi, geceleri nöbet… Ertesi gün uykusuzluktan harap olsam da bilhassa birçok gece nöbetini kendime yazdıran bendim. Başlarda “Hoca sana ayıp oluyor, komutana söyle adil davransın.” diyenlerin bakışları durumu fark ettiklerinde değişmeye başlamıştı. Adam bizden kaçmak için kendine nöbet yazdırıyor diye fısıldaştıklarını duydum. Bu benim erat gözünde Kürt olmadığımın (sayılmadığımın) açık ispatıydı. Numara çevrilerek gönderilenlerden olsaydım nöbeti muhakkak ben de savsaklardım. Aksine, nöbetlerde uyumuyor, mahalli (şiddetli manevî ikaz aldığım tek gece hariç!) terk etmiyor, ayakta duruyordum. Övünmüyorum, çünkü bunu borç biliyordum, size de tahdis-i nimet olur ümidiyle naklediyorum zaten. Durumu sezen bir rütbeli “Hoca bizi beğenmiyorsa gitsin kurtla kuşla arkadaşlık etsin!” deyip angarya işleri arttırmıştı. Son ay tuttuğum nöbetlere artık Kürtlüğümden değil Memetliğimden dolayı gönderildiğim iyiden iyiye belli edildi. Çünkü komutanın “hoca!” hitabının başlardaki anlamı öğretmenlikle alakalıyken askerliğin sonuna doğru “sofu!” tınısı kazanmıştı. Öyle ki benle gece üç nöbeti tutacak PKK sempatizanı Kürt çocuk da huzursuz olmuş, “badi” olarak yerine başkasını yazdırmıştı. Tuhaflıklar hep böyle yaşanageldi, görünen o ki yakın gelecekte de böyle olacak. Aleyhime çevrilen dolap Kürt olduğum için değil Memet olduğum içindi. Bunu fark ettiğinde bilincimin üzerindeki zarlardan ilki yırtılmıştı. “Memet” sistemin içinde yönetilemez olanların ortak adıydı.
Bütün bunlar yaşanırken bir yandan da nöbet kulübemden ilişkileri gözlemlemeye devam ediyordum. Dikkatimi çeken ikinci husus şu idi: Dalavereci zorbalarla bizim Kürt Memetler gayet sıkı fıkıydılar. Ricalar emir telakki ediliyor, emirler rica tonunda telkin ediliyordu. Handiyse aralarından su sızmıyor, yedik içtikleri ayrı gitmiyordu. İlginçti ama şaşırtıcı değildi, hiç değildi. İnsan doğası böyledir, insanlık tarihi yaltaklanmanın sayısız örnekleriyle doludur. Elbette aralarındaki şeye “ilişki” demeye bin şahit lazım. “İliştiri” demek daha isabetli olur. Özünde köle-efendi ikiliğinin sürdüğü fakat gelişen yeni şartlar gereği “eşitler olarak takılmaları”nın ikisinin de faydasına olduğu bir geçiş sürecinden bahsediyoruz çünkü. Gerçek ilişkinin mümkün olmadığı menfaat iliştirisi sürecinden. Nasıl olsa “benim gibiler” gidici, onlar kalıcıydı. Geçinmenin bir yolunu bulmaları gerekiyordu. Türkiye’de Kürt Memet’in dalavereyle nöbete gönderildiği hakikat olsa bile bu gönderenlerden evvel Kürt Memet’in menfaat dilenen düşük tutumu yüzündendir, suç evvela Kürt Memet’indir. Dalavereciler ise hem dün ezdikleri insanlara bugün ağam paşam muamelesi çektikleri için ve haklı ikazlarıma “Vatan-millet-Sakarya edebiyatı yapma!” diye karşılık verdikleri için iki kat cezaya müstahaktır. Menfaat kaygısı onuru öyle acıklı biçimde çiğner, omurgayı öyle feci surette çarpıtır ki bir anda efendiyi kölesinin kölesi, köleyi efendisinin efendisi konumuna getirebilir. Bazen tarihte gerçekten böyle yer değişimleri yaşanır ama genellikle ayı-dayı fıkrasındaki gibi mecburiyetlerle değişen roller köprüyü geçtikten sonra eski hâline, belki eskisinden daha şiddetli biçimde döner. Ne zaman ki hoşafın yağı kesilmeye başlar ahbap çavuşlar arasındaki “iliştiri” de çözülmeye başlar. Sıkı fıkı görünen ilişkinin kurusıkı olduğu anlaşılır.
Uzak ve karanlık nöbet kulübesinden gözlemleme fırsatı bulduğum üçüncü gerçek ise şuydu: Olan hep bağımsız karaktere olur. Dengeler icabı! Memetlik rütbesinin bedelidir bu. Eski köle-efendi ilişkisini onaylamayan yeni “sıkı fıkı” ilişkisinden de dışlanır. İstemeyen adam bütün zaaflarına, kusurlarına, hatalarına rağmen kriz anında öz kararlılığını dışavurmuş olandır, haysiyetini kaybetmediğini izhar edendir. Kamuslar haysiyet kelimesinin “yerlilik ve yönlülük” zarflarıyla irtibatlı olduğunu haber veriyor. Haysiyetimiz yerimizin yönümüzün belliliğindedir. Yerim nöbet mahalli, yönüm müminlerin kıblesi. Bu benim seçimim diyen öyle veya böyle kazanmıştır. Şerefim ve itibarım bundadır diyen kazanmıştır. Alaya vereye bulaşmayana karşı çevrilen dalavere sürekli de olsa tesirsizdir, korkmayın. Hayatta her işin bir haysiyet bir de menfaat tarafı var. Haysiyetle menfaat ayırıldığında bir toplumun başına gelebilecek en büyük bela gelmiş sayılır. Böyle bir durumda kişi tercihini menfaatten yana yaparsa iki kat kötülük işlemiş olur. En büyük iyilik haysiyetle menfaatin bitişikliğindedir elbet; fakat bu ikisi bir şekilde ayırılmışsa kişi haysiyeti seçmeye çalışmalıdır. Haysiyeti seçebilmek bizatihi menfaattir; başka beklenti içerisine girilmez, kullardan aferin beklenmez. Evde, işte, okulda, kışlada hep bu duyguyla hareket etmeye çalıştım. Nefsim yarım parmak daha ağır bassa belki kaçardım ama askere Sakarya Meydan Muharebesi’nin hatırına gittim. Haysiyetli adam meydanda yaşar, muharebede ölür. Menfaatçiyse ömrünü Sakarya’yı gizlice sarakaya alarak çürütür ve necis bedeni sonunda Sekar’a yuvarlanır.
Muhammed SARI (25 Safer 1447 - 19 Ağustos 2025)