HAKLININ HAYATI

Hak bahsinde insanların durduğu yer hayatlarının gerçeğe en yakın resmini verir. Hakkı ve haklıyı savunmak hemen herkesin peşinen kabul ettiği erdemlerdendir. Ne var ki işin içine “peşin” ve “herkes” kelimeleri girmişse bunun ticarete veya gösteriye dönüşmesi an meselesidir. Doğrusu haktan, haklılıktan yana olduklarını söyleyen insanların çoğu sadece “gürlüyordur”, o kadar. Yağmayacaklardır. Hakkın ne olduğunu bilmeyen, hakkaniyet namına bedel ödemeyen kişilerin savunusunun ne kıymeti olabilir? Yiğitlik hakkı peşinen savunup savuşmak değil, meydandan kaçmayıp gerektiğinde bedelini taksit taksit ödeyebilme sabrıdır.

Sokrates’in savunmasından beri biliyoruz ki hakikati savunmanın yolu kişinin kendi haklılığının savunulabilirliğinden geçmektedir. Savunulmaya değer bir hayat yaşayanların harcıdır hakikat savunusu. Hayatını hakikatiyle buluşturana ne mutlu! Varoluşunun güvenliğini inandığı hakikatten devşiren kişi, diğer deyişle “emanı imanda bulan mümin” orta yolu bulmuştur. Bulan buldurmakla mesul. Güvenlik hattı, uzatılan güvenlik halatını tutmak ve başkalarına uzatmakla tesis edilebilir. Ve insanlar arası hak, hakikat kavrayışları ne kadar uyumluysa güvenlik hattının güvenlik sathına dönüşmesi o kadar mümkün olur. Hakikatten gafil olanlar dünyada yalnız kendi istihkâkını (tayınını, kumanyasını, ihalesini, avantasını) kapma derdindedir. Kendi haklılığından bağımsız bir hakikat tasavvuru olan cahiller ise hayal peşinden koşuyordur ve peşine takılanları aldanışa sürüklüyordur. Hem de en yakınından başlayarak. Örneğin; bir kadın ancak erinin sözünü dinlemekle ve bir erkek ancak sözünün eri olmakla haklılığını ispat edebilir. Fakat bunu bir kez de sağlamasıyla ifade etmezsek her şeyi ispat değil berbat etmiş oluruz: Başın başa bağlılık şartı, bağlılık isteyen başın bizzat şeriata bağlı olmasıdır. Yani sözünün eri olan erkek kadının kendini dinlemesini istemekte “hak-lı”dır. Kadın, sözünün eri olmayan adamı dinlemeyip dilediğini eylemekte “hak-lı”dır. Kendisine ve başkasına karşı haksız muameleyi kabullenmeyen kadın ve adam “hak-lı”dır.

“Hak-lı” sıfatı “güç-lü”deki gibi mâlikiyet iddiası taşımaz; çünkü hakkı temellük bir yanılsamadan ibarettir. “Hak-lı” sıfatı Mekkeli, İstanbullu, Şamlı gibi mensûbiyet ve âidiyeti ifade eder. Bu nazarla baktığımızda “hak-lı” denince yeri yurdu belli, ayakları yere basan bir insanı resmetmiş olurken “hak-sız” denince gözümüzün önünde temelsiz iddialara sahip, boşlukta savrulan bir insan figürü canlanır. “Hak yerini buldu” dememizin mânâsı budur. "Hak-lı" olduğumuzda aslında yerini bulan biziz. Kendini bir yere nispetle tavsif eden kişi oranın hukukuna tâbi olduğunu ilan etmiş olur. Haksızlıklar karşısında hakikat yurdunun töresine göre yaşayacağım demiş olur. Eğer haklılığı “yargılama gücü” olarak anlamaya eğilimliysek bir yöne, “gücü yargılama” eğilimi olarak anlıyorsak başka bir yöne gideceğiz. Bu bakımdan taşınacak en ağır yüktür haklılık. Haklı, bir yandan “adalet” ile “saray” mefhumları arasındaki ayrı gayrılığı gidermek, öte yandan “adalet sarayı” ve “sarayın adaleti” gibi yalanlara geçit vermemek zorundadır.

İnsanlar arası münasebetlerde en geç ve en güç tecelli eden değer adalettir. Hasetçi varlıklar olduğumuzdan basit bir hakikati görmemiz koca bir ömür alabilir. Toplumlar ve kurumlar da böyledir, bir hakkın sahiplerine teslim edilmesi yüzlerce yıl sürebilir. Yüzlerce yıla bir hak… Bir ömüre bir hakikat… İnsaf ve kanaat ehli olana yeter de artar bile. Yeter ki hak yerini bulsundur. Hakikat bahsinde zamanın ve sayının bir önemi olmasa gerek. Hakikati nereden yakaladıysan oradan itibaren hayatını temize çekmeye başlayabilirsin. Nebiler hariç kimse temiz kalamaz. Temizlenmiş olarak ölmeyi ümit edebilir ancak. En büyük kahramanlık budur. Cennete denk duygu budur.

Dışarıdan bakınca haklının hayatı cehennemden farksızdır. Oysa gerçek böyle değildir. Hayatı kendileri dâhil herkes için cehenneme çevirenler hakkın kendi inhisarında olduğu vehmine kapılmış kimselerdir. Hakkı kendine yontan kişi haklı değil artık sadece bir zorbadır. Haklılık ile zorbalığın bitişik varoluşundan doğar en büyük güçlük. Kişi bu imtihanın üstesinden gelebildiği takdirde daha dünyadayken en büyük armağana, yani adaletle tanışma şerefine erişir. Haklılar, dünya hayatının cehennem oluşunun kendi hayatlarını da cehenneme çevireceği yanılsamasından kurtulmuştur. Haklının hayatı, haklılığı savunduğunu söyleyen insanların ılıman hayatına da benzemez. Haklının hayatı serinliktir.

Muhammed SARI (18 Rebiülevvel 1446 - 21 Eylül 2024)