Türkiye’de ve dünyada olan bitenleri anlamak için akıldan önce mideye ihtiyacımız var. Midemiz yaşananlardan ne zaman bulanırsa geleceğe dair umutlarımız o zaman artar. Aklımıza giden yol midemizden geçiyor. Fakat mide bozucu etkisiyle bilinen iki enfeksiyon kaynağını kurutmadıkça bünyenin toparlanması zor: Medyadan ve mafyadan bahsediyoruz. İstisnasız bütün toplumlar medyatik prodüksiyonların ve mafyatik operasyonların kıskacında şekillendiriliyor. Şekilsizleştiriliyor demek daha doğru olur.
Medyatik ve mafyatik yapılar teşhir ve teşrih esasına göre işliyor. Çirkini gözümüze sokmak suretiyle ruhu lime lime ediyorlar. Lime lime edilen bedenleri göstererek gözdağı veriyorlar. Gözü korkutulmuş, gönlü yağmalanmış insanlar topluluğundan ne beklenebilir? İnsanın özü, cevheri, madeni bozulmaya yüz tutar böyle toplumlarda. Böyle bir toplum mesih sanrıları ve fetih hülyaları için son derece müsait bir zemin haline gelmiştir. Çürüdükçe temizlikten, eridikçe semizlikten dem vuranlar çoğalır. Çöken bir toplumda mesihler en büyük sahtekâr, fatihler en büyük ihtikârcıdır. Modern çağ bu çarpıklık üzerine kurulmuş ülkelere bile şahitlik etti. Başta Amerika’nın kuruluşuna. O Amerika ki tarih boyunca görülen bütün düşkünlüklerin bir toplum vasatı ve bir devlet mantığı olarak tecessüm etmiş hâlidir. “Altına hücum”la başlayan Amerikan hayat tarzı, küresel ölçekte bütün insan ilişkilerini “satma ve satın alma” prensibine bağlayarak insanlık cevherini karartmaya, insanlık madenini kurutmaya azmetti.
Köle, seks ve uyuşturucu pazarları medyada kuruluyor. Kovuşturma ve mahkemeler medyada cereyan ediyor. İnfaz ve hesaplaşmalar medya üzerinden gerçekleştiriliyor. Mafyanın medyayı icadı ile medyanın kitleyi ifsadı yaşıttır, bir ve aynı şeydir. Amerikalılar (yani medya sahibi mafyalar) herkesin bir fiyatı vardır der. Bu sözün doğru olup olmadığını anlamanın tek yolu yaşamak ve görmektir. Dirençlilik bu yüzden ahlâkın mühim göstergelerinden biri olagelmiştir. Beşerî zaaflarımız sebebiyle çoğumuzun çözüldüğü, yelkenleri indirdiği, bir şeylere tav olduğu bir nokta var. Ne kadar dirençli görünürsek görünelim o noktaya vardığımızda birilerinin sözlerine, pozlarına, pozisyonlarına tav oluyoruz. Belki tav olmak zorunda bırakılıyoruz. Madenlerin tavına getirilerek işlenebilmesi gibi tavını bulunca insanların da işlenebileceğini biliyoruz. Özellikle muktedirler, emri altındaki insanları hangi sıcaklıkta, ne kadar tazyik altında şekillendirebileceklerine göre sınıflandırıyor. İpleri ellerinde tutmak isteyenler bu tasnif bilgisine (elementler tablosuna?) vakıf olmak zorunda.
Para (ve beraberinde gelen konfor türleri) çoğu insanı satın almaya yeter. Çok az sayıda insan para dışındaki şeyleri esas alır. Enteresan olan şu ki bunlar ender bulunan ahlâk timsali kimseler olabileceği gibi son derece tehlikeli, kriminal kimseler de olabilir. İpleri ellerinde tutanların önceliği ahlâktır. Batı en büyük ahlâkçıdan en büyük suçlu yaratma numarasından asla vazgeçmez. En büyük gişe hasılatı getiren film hep masumiyetin yitirilişi olmuştur. Temizi kirletebildiğinde kirlilik kavramının/suçlamasının kendiliğinden ortadan kalkacağını bilir ve en büyük yatırımını buna, bir taşla iki kuş vurma senaryosuna yapar. En büyük ahlâkçıdan en büyük suçluyu yaratmak… Altını çamura çevirmek suretiyle gerçekleştirilen tersine simya faaliyetlerine bugün global kültür diyoruz. Tersine simya, yani simgeler (sēmeîon) ve anlamlar (semantik) üzerinden yapılan kimyevî işlem sistem lehine oldukça tatmin edici sonuçlar verdi son iki asırda.
Devlet görünümlü mafyalar temizin direnmesine alışıktır. Yüzyıllar içinde onu nasıl lekeleyebileceği, üzerinde nasıl kalıcı izler bırakabileceği konusunda uzmanlaşmışlardır. Yine de diş geçirilemeyen, altın karakterini ölümüne muhafaza eden kimseler her zaman olmuştur. İpleri ellerinde tutanların en hazırlıksız olduğu senaryo çamurun altına dönüşme ihtimalidir. Suç ile ahlâkın zıt ama bitişik varoluşları acı ve tatlı sürprizlere açıktır. En büyük kriminalden en büyük tövbekârın çıkması kelimenin tam manasıyla büyü bozumudur. İmkânsız denilenin bir kez gerçekleşmesi gerçek bilenegelenin yutturmacadan ibaret olduğunu sonsuza dek ispatlar. İslâm’a göre, kişi ölmediyse gidebileceği bir kapı hep vardır ve o kapı daima açıktır. Çamurun altına dönüşmesi herşeyi değiştirir. Çünkü altınlaşmanın mümkün olması insanların çamura bakışını da değiştirir.
Global sistem, sıhhatini tehdit eden beklenmedik yan etkiler görüldüğünde doğruca bir doktora başvurmuştur. Dawkins, Keynes ve Lacan bu doktorların en meşhurlarıydı. Darwin, Marx ve Freud ise doktor yetiştiren doktorlar kuşağının ağa babalarıydı. Bu zevatın bütün doktrinleri altın diye bir şeyin var olmadığı, dolayısıyla çamurdan şikâyet etmenin mânâsızlığı, hele çamurdan altın elde etmenin tamamen bir saçmalık olduğu üzerine kurulmuştu. Buna karşı bir sözümüz var mı? Çamurdan yaratılmış olmanın çamurlaşmaya mazeret teşkil etmediğini bilen, altından karakterin altına hücum kültürüyle çatışma halinde olduğunu bilen kimseler kaldı mı acaba? Temiz kalmak isteyen dirençli insanlar ile tövbe edip altınlaşma yolunu tutan insanların cinaî şebekeye karşı elbirliği etmesi ham hayal mi?
Muhammed SARI (28 Rebiülevvel 1446 - 1 Ekim 2024)