NEŞVE BİZİMDİR

Kur’ân okuyan mü’min turunçgiller gibidir. Kokusu hoş, tadı güzeldir. Kur’ân okumayan mü’min hurma gibidir. Kokusu yoktur, tadı güzeldir. Kur’ân okuyan münafık fesleğen gibidir. Kokusu hoş fakat tadı acıdır. Kur’ân okumayan münafık yabani kavun / yabani kabak gibidir. Kokusu yoktur ve tadı da acıdır. | Hadis-i Şerif

Neşve bizimdir. Dünya hayatının oyundan ibaret olduğunu bildiğimiz, dünyalık için ölümüne hırslar beslemediğimiz, işleri asıl sahibine havale etmek gerektiğinde ipin ucunu bırakmayı bildiğimiz için hakiki neşve bizimdir. Durgun ve çalkantısız görüntümüzün altında tevekkülün engin ferahlığını tadarız. Dünya hayatı oyundur deriz, bununla beraber oyunu öğrenmekten geri durmayız. Oyunda öğreniriz, oyundan öğreniriz, oyunla öğreniriz; hepsi birdir bize. Dünya hayatının oyun oluşu çocuğun oyunla kurduğu ilişkiye benzemez. Çocuk için oyun ve hayat diye iki ayrı şey yoktur, uyuduğu uyandığı hep oyundur onun. Bu bakımdan çocukluk bilgeliğin ya tam tersi yahut ta kendisidir. Yetişkinliğin sancısı oyun ile hayat arasındaki yarılmayı fark edişle başlar. Kemal ise oyun ile hayatın birbirini anlamlı kıldığını, hatta böyle mutlak bir ayrımın hiç olmadığını keşfe açılmakla mümkündür. Hayatın sırrına, çocuklukta oyunu tanıdığımız için, tanıdığımız kadar erebiliriz. Bir bakıma başladığımız yere döneriz. Söz konusu hayat yolculuğuysa başladığı yere dönmeyen boşuna yol almış demektir. Başladığı yere değişmeden dönen hiç yol almamış gibidir. Başa döneceksin. Fakat değişmiş olarak. Neşve böyle doğar.

Neşve bizimdir ama neşvenin kaynağı biz değilizdir. Kıymetlerin bizden kaynayıp taştığına zannına kapılırsak aramanın zahmet ve rahmetinden mahrum kalırız. Neşvenin dışımızda bir yerlerde olduğu fikrine saplanırsak neşveye yabancılaşma veya neşveyi ele geçirilebilen bir şey gibi görme uçları arasında savruluruz. Neşve en dışımızdan getirilmiş, en içimize konmuştur. Bu yüzden korunmaya muhtaç ve layıktır. İnsan soyu doğuştan sahip olduğu nimetlere karşı ya kördür veya onların kıymetini bilme konusunda nankörlük içindedir. Fakat ele geçirdiği ve elden kaçırdıklarına karşı kıskançtır. Neşve en dışımızdan getirilmemiş olsaydı onun kıymetini bilmemiz mümkün olmazdı. En içimize konmamış olsaydı onu başka yerlerde arama yanılgısıyla ömür tüketecektik. Öyleyse neşveyi bulmak için içimize dönecek, korumak için dışımıza çıkacağız. İçe doğru daima seyrüsefer hâlinde olacak, dışa doğru karar bulmuş hâlde yaşayacağız. Diğer bir ifadeyle, yaşamak ile yaşatmak arasında bir tercihte bulunmayı reddedeceğiz. Dışımızdakilere faydası ulaşmayan neşve noksandır. Kendi başına açıp solan güzelliğin ziyan oluşu gibi.

Neşveyle esrik olduğunu iddia eden kişi gerektiğinde dışarıya, kendi dışına çıkmak zorundadır; fakat bir karar bulmuş, bir form kazanmış olarak. Dışarıya ve dışımıza nasıl çıktığımız önemlidir. Kiminin dışarıya ve kendi dışına çıkışı uykunun en tatlı yerinden uyandırılışı, yatağın en sıcak yerinden sökülüşü gibidir. Soğukla temas eden sıcak nesneler nasıl tüterse bu kimseler de hâllerini öyle belli eder. Uyandırılan esrikler dışlarına karşı genellikle isteksiz ve müsamahasız görünür, bilerek veya bilmeyerek dışarıdakileri daha bir dışlar. Bir an önce içeri dönmek istemektedir çünkü. Onun neşve diye bildiği aslında bir tür konfor alanı, bir kaçış rotasıdır. Bu hâl, tatlılık ve sıcaklığı neşvenin kendisi zannetmekten kaynaklanır. Oyundan çıkmak istemeyen çocuklar gibidirler. Oyundan çıkmak istemeyen, daha doğrusu hakikat saydığı şeyleri oyunlaştırmış bir yetişkinin hâlini gülünç buluruz. İçe doğru seyir hâlinde olmayı ihmal eden bu kişiler dışarı çıktıklarında neşve zannedegeldikleri o esrikliği, o hazzı koruyamayacaklarını bildiklerinden korkuya kapılırlar, hatta korkularını gizlemek için şiddete başvurdukları bile olur. Dinlerinin ve sanatlarının itibarına halel getirenler genellikle bu türden ham ve tek yönlü insanlardır. Hep kendileri yaşamak ister, yaşatmayı beceremezler.

Esasen ne kaygılar ne korkular neşveye manidir. Bünyeyi felç eden kaygılanmak kaygısıdır, korkudan korkmaktır. Gerçek korku ve kaygılarla mücadele etmek kadar insanı kendini gerçeğine yaklaştıran bir uğraş olmasa gerek. Mücadeleden kaçmayan insan yorgun hatta mağlup olabilir fakat varlığını beyhude görmez, kendini aşağılanmış hissetmez. Neşve gerçeklerden kaçmayan, düşmanlarını bilenlerindir. Sahte düşmanlarla boğuşan muzaffer bir komutan görülmemiştir. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçan herkes aslında konfor düşkünlüğü yüzünden hayaletlerle savaşma düşkünlüğüne uğramıştır. Neşve böyle vesveselilerin semtine pek uğramaz. Gündelik hayatın keşmekeşine set çekemeyen, ilgi arsızı, dikkati zayıf, emeği süreksiz insanlar gönül evlerini hayaletlerin istilasına açmış demektir. Hayaletlerle dolu bir ev… Böyle bir ortamda insan bırakın dışarı çıkmayı, pencereleri açacak kadar dahi cesaret ve mecal bulamaz kendinde. Yatağın altı, dolabın içi, perdenin arkası hayaletlerle doludur. Yorgan hariç! Hâlbuki tek hayalet vardır, o da yorganın altında yatmaktadır! Böyle insanlar yaşamak isteseler de varlıklarına musallat olan hayaletler bedenlenirken kendileri günden güne solgunlaşırlar.

Kendine katı, başkalarına yumuşak davranan insanların dramı daha başkadır. Kendi başlarınayken bile maske takmak, rol yapmak zorundadır onlar. Çileyi anlamadan çileciliği yüceltmeye kalkışan, kendi içlerinde kuruyup kalmış insanlardır. Dışlarındaki cazibeye kapılıp yanlarına yaklaşanların kokudan burnu düşer, sertlikten dişi kırılır. Koku ve katılıkları sebebiyle kınandıklarında ise iki türlü karşılık verdikleri görülür: Ya nedamet getirip hayatlarını yeniden gözden geçirmeye yönelerek denge durumunu yakalamaya gayret ederler yahut öfkeyle kendi yüzlerindeki sırçayı kendi elleriyle döker, dışına da içine olduğu kadar katı davranmaya başlarlar. İlk yolu tercih edenlerin işleri rast giderse zahidin yarım neşvesini bile aşıp hakiki neşveye varmaları işten değildir. Nasuh tövbenin gafilce ibadete üstünlüğüdür bu. İkinci yolu seçen insanlar iç dünyalarında tansiyonun çok yüksek seyretmesi sebebiyle kendilerinin hakikat arayışında herkesten ileride oldukları duygusuna yenilmişlerdir. Yenilgi onları koyu bir kibre itmiştir ve bir tür tanrılık psikolojisi içinde dış dünyayla ilişkilerini daima savaş pozisyonunda, yani mutlak ciddiyet durumunda tutarlar. Mutlakçılıkları oyun bilmemelerinden ileri gelir. Oyun bilmeyişleri hayatı hakkıyla anlamalarını, yani yaşamayı ve yaşatmayı imkânsızlaştırır. Zayıfların ve bencillerin yarım neşvesinden bile nasipleri yoktur.

Muhammed SARI (12 Safer 1446 - 16 Ağustos 2024)