Dünya son kırk yılda finans gücüne dayalı liberal kültürün etkisiyle hiç olmadığı kadar yatay bir görünüme büründü. Demokrasi, insan hakları ve serbest piyasa söylemleri yataylıktan hem alabildiğine yararlandı hem de yatıklığı pekiştiren en önemli unsurlar oldu. İnsanlar paçalarını kaptırdıkları sistem mengenesinin öteki ucundan artık yamyassı hâlde çıkıyor. Çıkıntılık yapana rastlanmıyor. Kimseler bir çıkıştan söz etmiyor. Sistemin çıktısına dönüşmek insanları iki hâlden birini seçmeye itiyor: çıldırmak veya züğürt tesellisiyle avunmak.
Çıldırmak bahsi karmaşık. Yatay dünyada intihar bombacısı olmakla bütün inançlarını kaybetmek arasında varsa ancak çok ince bir çizgi vardır. Kayboluş ve şiddet birbirini doğurur. İnsanı azdıran yegânelik zannıysa çıldırtan da bigânelik hissidir. Kendini biricik zanneden insanlar yatay dünyanın teminatıdır, tavanda kendileri bulunduğu sürece tabanda neler olduğuna bigânedirler. Yalnızlıktan, birbaşınalıktan ise ne doğacağı bilinmez. Yalnızlıkta fikir de tasarlanabilir silah da. Yalnızın kapısını Cibril de çalabilir CIA ajanları da. Yalnız insan kapıyı meleğe de açabilir şeytana da. Yatay dünya ihtimalleri teke indirerek; meleklerle ve fikirlerle irtibatı keserek, ümidi yok ederek varlığını koruyabilir.
Kitleyi yeden, düzeni pekiştiren, mekanizmayı yağlayan daima züğürt tesellisine yönelenlerdir. Boyutlarını kaybeden insanlar tarihte ve coğrafyada daha az ve iddiasız bir yer tutmanın faydasına kendilerini inandırmış görünüyor. Mecliste, camide, okulda, tribünde iddiasızlığın savunuculuğuna kalkışarak, bazen de iddiasızlığı eleştiriyor görünerek yatay dünyaya yataklık ediyorlar. Bütün numara sahada iki taraf olduğu, ortada bir müsabaka, bir münazara olduğu izlenimini uyandırmakta. İzlenime kapılan anında kör olur. Yatay dünya “o iş yattı” sözünün en sık işitildiği dünyadır. Galipler ofsayttan buldukları golün üstüne, hakem kulağının üzerine yatar. Kupon yatar.
Yatay dünyada kıdem, kıymet, liyakat gibi kavramlar itibarsızlaştırılmıştır. Suyun yamaçtan gürül gürül akanı değil, taşıma yoluyla düz ovayı “yeşillendirip” yoncalandıranı makbul sayılır olmuştur. Beynelmilel odakların teşvikiyle şekillenen kültivasyon politikaları yayılmaya müsait bu otlakların sürdürülebilirliğini, et ve süt kalitesini yüksek tutarak sağlamıştır. Züğürt tesellisi arayan otlakçılar bu meyanda da fevkalade yararlılıklar göstermiştir. “Önemli olan nemalanmadır” diyerek yeşillenmenin akan değil kokan suyun çevresinde meydana geldiği gerçeğini perdelemişlerdir.
Yatay dünyamızda her şey enlemesine hareket etmez elbette. Kariyer, sosyal statü, serbest rekabet, kredibilite gibi aparatlar yardımıyla dikey hareketlilik illüzyonu oluşturmak ihmal edilmemiştir. Yine de toplumsal hayata belli bir irtifadan bakma cesareti gösterdiğinizde iki boyutlu canlıların birbirleriyle yarışıp didiştiği acıklı bir güldürünün sahnelendiğini rahatlıkla görebilirsiniz. Bu güldürü şüphesiz en net biçimde uydulardan seyredilebilmektedir. Zaten yatay dünyamızdaki tek gerçek dikey hareketlilik imtiyazı uydularındır. Tepeye bir uydu yerleştirerek herkesi “şehrin o yatık raksına” ayak uydurma mecburiyetinde bırakabilirsiniz. Tuhaflığı fark edebilecek bir mesafeye çekilmek düşünmeye başlamaktır. Hadiseler ile aramızda mesafe yoksa düşünce ile aramıza dünya kadar engel girmiş demektir.
Dünyanın yatay, yassı, yatık hâle gelişine insanların düşünceyle rabıtalarının zayıflaması sebep olmuştur. Düşünme eyleminin insanın dikey, atılımcı, yükselmeyi imleyen yönünün bir neticesi olduğu unutulmuştur. Bugünkü yaygın anlamıyla düşünmek; verili düzendeki yatay hareketliliği çözümleyen, yatık dünyanın gündelik sorunlarına pratik çözümler üreten insanlarının zihinsel etkinliğinden ibarettir. Bu türden düşünmeler “düzenin haklılaştırıcısı”dır, dolayısıyla safra ve saçmalık üretmekten fazlasına yaramamaktadır.
Son kırk yılda, önceki kırk yıldan daha kıyıcı ve dehşetli hadiseler yaşandı. Buna rağmen sisteme yönelik kayda değer bir kıpırdanış görülmüyor. Aksine; karınların doymasına, ömrün uzamasına, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimin kolaylaşmasına bakılarak görece bir genişlikten, gelişmişlikten söz ediliyor. Her on yılda bir katlanarak artan tüketime endeksli bir bolluk bu. Bolluk izleniminin oluşmasında sofistike manipülasyon stratejilerinin geliştirilmesinin payı büyüktür. Gündelik hayatta “stabil” görüntünün oluşmasını sağlayan görünmez baskıcı politikaları ifşa etmedikçe, yatay hareketliliğin görünmez kıldığı “statik” ruh durumuna dikkat çekmedikçe düşünme eylemi töhmet altında kalacaktır. Olan bitenler ile arasına eleştirel bir filtre koyamayan düşünceler olsa olsa “yatıştırıcı”lar nev’inden bir ecza muamelesi görecektir.
Muhammed SARI (28 Şevval 1445 - 7 Mayıs 2024)