Her ereğin bir gereği
var. Gerekçesiz işlerin gereksiz işler olduğunu söylemekte beis yok. Gerekçesiz
iş olmayacağını bilen atalar “Yolcu
yolunda gerek… Latife latif gerek... Söyleyenden dinleyen arif gerek… Ağrısız
baş mezarda gerek…” diye uzayıp giden bir gerekirler listesi bırakmış geride.
“Gerek”leri kaldırdığımızda hükümlerin yerini bulmadığını görüyoruz. Yine görüyoruz
ki gerekçe bazen fiili bazen faili bazen de münfaili işaret ediyor. “Gereklilik”
en çok kim olduğumuz ve ne yaptığımız/yapacağımız bahsinde ağırlığını
hissettiriyor. Sözü uzatmadan söyleyelim: Kendini bilmen gerek ve fıtraten yatkın
olduğun yolda yürümen gerek. İlki olmadı mı “oldum ben” deyip her vadide
geziniyor insanlar. İkincisi olmadığında dış dünyayla aralarındaki
intibaksızlık, âhenksizlik yüzünden erkenden “bıktım ben” demeye başlıyorlar. Kim
olduğuma dair bilincim ve ne yaptığımı bildiğim yoksa hiçbir yol hiçbir yere
çıkmıyor ya da her yol her yere çıkıyor. Özneyle fiilin kopukluğu yersizliği, nesneyle
fiilin kopukluğu boşunalığı doğuruyor.
Gerekçeye gerek var. Fakat daha önemlisi şu: Ereğe gerek var. Ben yola kopuğun biri olmamak ereğiyle çıktım. Kopuk olmamanın gereği ise “gerçek şairlerin yanında yöresinde, en azından yolunda olmak”tı, ben de buna yöneldim. Kısa sürede gördüm ki insanların çoğunun şairlerle irtibattan anladığı onlarla birebir ilişkiler kurmak, merak ve magazin duygularını tatmin etmek, itibarlı bir çevre edinmek, o çevrimden menfaat temin etmektir. Ben şairlerin sosyalleşebileceğine ve şairlerle sosyalleşilebileceğine inanmıyorum. Çoğunluğun aksine estetik ve ilkelere dayalı ilişkinin, yani yazdıklarını samimiyetle takip etmenin “şairlerle ve şairler için” daha sağlıklı bir ilişki biçimi olduğunu düşündüm. Yola gerçek şairlerin yolunda olmak gibi yüksek bir erekle çıktım. Bu açıdan bakınca ortada bir başarı mı başarısızlık mı var, onu başkaları söylesin. Şu kadarını söyleyebilirim ki yenilmeden, yanılmadan kendiyle ilgili en basit gerçekleri bile anlamaktan aciz bir varlık insan. Özellikle de sanat ve düşünce gibi zihnî ve hissî teşevvüşe sonuna kadar açık alanlarda kişinin kendini bilmesi, yerini bulması, nasibini beğenmesi önünde duran meselelerin en zorlusudur. Ortada benim adıma bir başarısızlık olsa bile şiire yönelerek olabilecek en hayırlı, karakterime en uygun yolu seçtiğimi biliyorum. Kaderimle barışık olduğum nadir anlarda başarısızlıklarım -başarıya dönüşmedi belki ama- rahmete dönüşmeye yüz tuttu. Kaderimle barışık olma arzum gelecekte Hakk’ın rızasını kazanma şuuruna varırsa işler benim açımdan lütfun da hoş kahrın da hoş katına çıkmış olur. O katta şiire gerek var mı bilmiyorum.
“Ben” “kim”im? Bu iç dünyama ait bir soru. “Ben”in hem kelimelerle anlatılamayan bir veçhesi var hem de söze dökülmemesi daha hayırlı. Bazı şeyler sözden yukarıdadır ve ancak aşağı “döküldüklerinde” söz formuna bürünebilirler. Sırları ayan etmemeli. Bu nedenle “benlik”in dışa bakan yüzü olan “kimlik” üzerinden muhatabız dünyayla. Benliğini istesen de uluorta ele alamazsın ama kimliğinle meydana çıkabilirsin, gerektiğinde çıkmalısın. Kimliğini savunamayanın benlik bütünlüğünü koruması söz konusu olamaz. Bugüne kadarki kara düzen tahsilimin önemli kısmı kimliğimle alakalı görünse de o şeyleri öğrenmeye beni içten içe yönelten yine benliğimdi. Ben edebiyatı, siyaseti ve felsefeyi benliğimin tarihteki ve tabiattaki serüvenini anlamama yardımcı olduğu kadar değerli buluyorum. Temel motivasyonum fayda. Aynı zamanda bir ödev bu. Mesela Avrupa’nın 17. yy. kavşağında yaşadığı bilimsel devrimin mahiyetini öğrenmeyi görünüşte kimlik meselesinin mütemmim bir cüzü olduğu için, özünde ise benliğimi tanımama yardım edecek bazı işaretler barındırdığı için önemsiyorum. Öğrendiklerimiz bize ya donanım ya korunum sağlamalı. Donanım düz yazının gereğidir, korunum şiirin ereği. Vaktiyle “düzyazı ölünecek yer değil” demişti biri. Evet, ancak korunmaya değer şeyler uğruna yaşayıp ölmeli. Düz yazıyı şiirimi korumak üzere, şiiri de insanlığımı korumak üzere yazıyorum.
Faydaya dönük bu okuma yazma hattının omurgasını bütün eğilip bükülmelere, zikzaklara rağmen koruyabiliyorsam öğrendiğim hemen her şeyden istifade ediyorum diyebilirim. Yaş ilerledikçe üzerime kâbus gibi çöken yetişememe korkusuna karşı bana en lazım olan şeylere yönelme dikkatiyle hareket ediyor, diğer her şeyin derece derece başkalarının işi olduğunu kabul etmenin ferahlığını yaşamaya çalışıyorum. En klişe söz en değerli söz katına yükseliyor bu noktada: Hangi işi yapacaksan o işte elinden gelenin en iyisini yapacaksın. “En iyisini yapmak”ı yarışmada altın madalyayı kapmak gibi anlıyoruz. Asla böyle değil. Yapabileceğinin en iyisini yapmaya çalışan her kişi o işin en iyisidir. Her iyi iş; kıyasa, eklemeye, çıkarmaya ihtiyaç duymayan BİR TAM İŞtir. Malumatçı ve hesapçı kafa bunu anlayamaz. Elimizden geleni yapıyorsak hepimiz en iyiyizdir. “İyi, daha iyi, en iyi” dostluğunu sağladıkça yan yana, bundan gafil oldukça tek başınayız.
İstemek ve yapmak bahsinde anlamaya değer bir çelişki, bir “kader cilvesi” var. Bir yerde cümleye “kader” girdi mi “irade” de peşi sıra giriverir. Ben şunu hedef ittihaz ettim, buna niyet ettim dediğimde kendi çapımla ilgili bir şeyi de zımnen ilan etmiş oluyorum. Yukarıda ereğimden bahsederek enaniyetimin ne kadar kabarabildiğini ihsas ettim. Aslında şunu demek istiyordum önüme o hedefi koyarken: “Ya Rabbi, beni değersiz ve ömrümle sınırlı kalacak işlerle kısıtlama. Öyle bazı şeyler yapmam mümkün olsun ki öldükten sonra da ecrim devam etsin.” Bu yani. Yoksa mesele şunun gibi olmak, bunun gibi bilinmek değil. Değil imiş. Neye dua ettiğimizi bile ancak yıllar sonra kavrayabiliyoruz.
Bitmeyen bir defter istediysen tükenmeyen bir mürekkep yalamak zorundasın. Tükenmeyen mürekkebi modern eğitimin “her şeyden biraz” prensibini benimseyerek elde etmek imkânsız. Öte yandan “bir şeyi hakkıyla bilmek için her şeyi bilmek”i dayatan bir enformasyon despotluğu altında yaşadığımız da vakıa. Yine de bu çelişkiden kurtulmak mümkün. Dert, bilgilenme faaliyetlerimizin temelinde “faydalı ilim (gerek)” ve “salih amel (erek)” mefhumlarının bulunmayışından doğuyor.
Muhammed SARI (5 Şevval 1445 - 14 Nisan
2024)