CEMİYETİ CAMİ CEMAATİ Mİ CEM EDECEK CUMA CEMAATİ Mİ?

Başlık tekerleme gibi oldu ama olsun. Olası varmış demek. Tekerlemeleri hep sevmişimdir. Deli saçması gibi görünen ses tekrarları arasında bir anlamın ikrarı gizlendiği için, yani tekerlemeyi şiirin mantığına yakın bulduğum için severim. Başlıktaki tekerlemeye gelirsek pek öyle şiirsel sayılmaz. Cem‘ masdarından türeyen ama güncel anlam bakımından farklı manalar taşıyan kelimelerden oluşuyor. Kelime dediğime bakmayın, bunlar Müslümanca hayatın temel kavramları sayılır. Önce yazısını, sonra kelimelerini kaybetmiş insanlar olduğumuz hâlde kalan son terim ve kavramlar (yoksa ıstılah ve mefhumlar mı demeliydim?) üzerinden eleştirel düşünce üretmeye gayret ediyoruz. Dolayısıyla isabeti düşük, sapması yüksek, sıhhatli neticeye varılması zor bir yolda yürüyor işler. Kelimeler tutarsızlaştığında yahut ince ayar tutmadığında ise fiilî duruma bakarak yönümüzü tayin etmeye çalışıyoruz.

Fiilî duruma bakıyoruz ama içinde bulunduğumuz durumu biz seçmedik. Bakın daha ilk cümleden tanımında uzlaşamadığımız başka iki kelimeye daha başvurarak ne kadar sallantılı bir zeminde konuştuğumuzu belli ediverdim. “Biz” dedim, “seçmek” dedim. “Biz”in ne anlama geldiği konusunda bir birlik, haydi olmadı bir çoğunluk, en azından kayda değer sayıda bir topluluk olsaydı böyle bir yazı yazmaya gerek kalmazdı. Öyle olsaydı, daha iki hafta önce, adı Türkiye Cumhuriyeti olan ülkenin cumhurbaşkanı “biz”in içini “Türk-Kürt-Arap” üçlemesiyle doldurma cesareti gösteremezdi. Herkes gücü nispetinde ve niyeti doğrultusunda “biz”e bir anlam yüklüyor. Yani herkes “seçim”ini yapıyor. Ne antik ne modern dönemde kendi kimliğini Türkler gibi uluorta tartışan, tartıştıran, konjonktüre göre sürekli değiştirmeye kalkan başka bir topluluk bulabilirsiniz. Köleler bile özgürleşmenin yolunu açmak için evvela köle olduklarını kabul etmek, yani bir sabiteden başlamak zorunda olduğunu bilir. Türkiye Cumhuriyeti’ndeki “biz” tanımları ise evvela kendini, kendi sabitelerini reddederek başlıyor söze. Kimine göre fiilî durum bunu gerektiriyor. Gerçekten de durum değişince tanım değişir. Fakat mevcut fiilî durum Müslümanların, hususen Türklerin aleyhine iken neden kurbanlık koyun gibi boyun eğelim? Sırf fiilî durum berbat diye neden eldeki tanımdan olalım?

Türkler bilfiil Türk iken Türkçülük yoktu, Türklük yaşanan tanımdı çünkü. Bunun kimilerine “pireler berber iken” tekerlemesini hatırlattığını biliyorum. O insanların bir kısmı “United States of Turkey” ninnileri söylüyor. Müslüman dünyanın nüfuz bölgelerinin İsrail’le paylaşıldığı bir “Turkey” hayali kurduruyor ahaliye. Ninni yerine tekerlemeyi seçmeliyiz. Kerizleri uyandırmalıyız. Aslında “Türk” kelimesinin ne manaya geldiğine dair ağyarını mani, efradını cami o tanım yapıldı. Bilen biliyor. Çerçeve çizildi ve çerçevenin dışında kimlerin kaldığı belirtildi. Çerçeve uzun süredir içini dolduracak efradını bekliyor. Cemaatini bekliyor. Cemaat deyince aklımıza ilk ve tek gelen “cami cemaati” olmalıdır. Cami cemaati Türkiye’de uzun yıllar “sessiz çoğunluk”, “sokaktaki adam” tabirlerinin bir parçası olarak sunulsa da aslında hep farklı bir potansiyel taşımıştır. Bütün mahallîleştirilmiş, lümpenleştirilmiş, kitschleştirilmiş, vulgarize edilmiş görünümüne rağmen Müslümanca hayatın “nomos”una yüzyıllardır amasız fakatsız sahip çıkan yegâne kesim cami cemaatidir. İstiklâl Harbi’nden bu yana her kritik meselede cami cemaatinin rızası aranmıştır. Cami cemaati hayra da şerre de sayısız defa evet demiştir. Hayır dediği pek az şey varlığını sürdürebilmiştir. 

2000’lerde hızlanan sekülerleşme, bâtıllaşma, mürtedleşme hareketlerine bir engel teşkil ettiği için “mutaassıb” cami cemaati siyaset kurumu tarafından dönüştürülmeye çalışılmıştır. Farz namazları mümkün olduğunca cemaatle camide eda etmek hassasiyetinin ötesine geçemediği hâlde cami cemaati sahip olduğu potansiyel bakımından tehlikeli bulunmuştur. Doğrudan müdahale tepki çekeceği için cami cemaati içeriden zayıflatılmıştır. İşte Cuma cemaati tam bu noktada devreye girmektedir. Muhafazakâr siyasetin her kesimden oy alma ihtiyacının tavan yaptığı dönemde. Her sabah ve yatsıda ön safta hazır bulunan bir Müslüman ile cumadan cumaya “farzlayıp çıkan” bir Müslümanın yönetilebilirliği arasında büyük fark bulunduğunu en iyi siyasetçiler bilir. Fıkhen Cuma cemaati de en genel manasıyla cemaat mefhumuna dâhildir; fakat konjonktüre göre artıp azalan, gençleşip ihtiyarlaşan, çabuk coşup çabuk durulan karakteri onun güvenilirliğini zedeler. Cami cemaati ise az da olsa öz oluşuyla, gencinin olgun yaşlısının şevkli oluşuyla, anlık duygulanımlar yerine istikrarlı oluşuyla bir “kemik kitle” karakteri arz eder. Cuma cemaati piyasa şartlarına bağlıdır, yönelimleri dışarıdan belirlenebilir. Camii cemaati ise bütün istismar edilmişliğine rağmen bir sınıf bilinci nüvesi, siyasî bir bilinç kazanma istidadı taşır.

Siyasetteki karar alıcılar, iktidarlarının meşruiyetini cami cemaatinden almış gibi gösteriyor ama kahir ekseriyeti oluşturan Cuma cemaati sayesinde fiilî durumlar yaratarak hükmünü yürütüyor. Hutbe diye söylenen “United States of Turkey” ninnileri Cuma cemaati içindir. Fakat Cuma cemaatinin bu alengirli işlerden anlayacağı yoktur. Hutbeyi dinlerken bile çoğunlukla borcunun harcının derdinde, ekmeğinin peşinde, çalının etrafını dolanma niyetindedir. İçlerinde akşam viskisini içmiş olan da vardır sabah parasını vadeliye yatırıp namaza gelen de. Belki bu yüzden en çok bağış da en çok oy da Cuma cemaatinden gelir. Yine de mabedde misafir gibidir onlar. Ev sahibi daima bir avuç cami cemaatidir. Cami cemaati bütün bunlara rağmen Cuma cemaatini kınamaz; aksine en büyük kınamaya müstahak olan cami cemaatidir. Camide bulunmanın usûl ve erkânına riayette bu kadar titizlenirken cemiyet olarak yaşamanın töresine karşı bu kadar kayıtsız kaldıkları için. Gençken ağabeylerimiz bize “eceli gelen kapitalizm cami duvarına bevleder” derdi. Hani, nerde?

Muhammed SARI (1 Safer 1447 - 26 Temmuz 2025)