Tevhîd-i Tedrîsât bir asrı devirdi, bense hocalıkta yirmi yılı devirdim. Devrimci ve karşı devrimci geçinenlerin eğitimde devirdiği çamların altında kalmamak için oradan oraya göçle geçti meslek hayatım. Ne yirmi yıllık çalışmanın gönencine ne gelecek yılların güvencine sahibim. Okullara bakın: Ne yüz yıllık genç bir devletin dinamizmine ne bin yıllık bir milletin idealizmine sahibiz. Yakın tarihimizin bütün kafa karışıklığını, aşağılık psikolojisini müfredat diye, sistem diye, reform diye boyayıp boyayıp satmaya devam ediyoruz.
Sokağa bakınca bu insanların binlercesi benim öğrencimdi, hayatlarında bir şekilde yer aldım diyorum. Gurur ve ümit veren veren istisnalar hariç, genellikle endişeyle bakıyorum. Bir hocanın sorumluluk duygusu sorumluluk alanının çok ötesine uzanır. Öyle olmasaydı mesleklerden bir meslek olur çıkardı eğitimcilik. Bir bakıma olmuştur da. Testçi, etütçü, belletici, soru çözücü… gibi alt düzey bilişsel becerilerin hocalık denen bütüncül kimliği çoktan parçaladığı söylenebilir. Dertlenmemize sebep olan kayıpların çoğu bugün kendi kuruntumuz sayılıyor. Kurumsallaşma bahanesiyle insanî endişeler, sisteme entegrasyon bahanesiyle yurttaşça endişeler önemsizleştirildi. Yıllarca yüzüme “ne diyor bu adam” diye bakanların çoğu eğitimciydi!
Tıpkı hayvanlar gibi birbirimizden doğuyoruz ama yalnızca talim ve terbiyeden geçerek insanlaşabiliyoruz. Okul denen mekânı sevemesem de insanlaşmak için asgari bir formel yapı şart. Bu temel formasyonu oturtamadığınız takdirde sistem çapında reformlardan bahsetmek aldatmacadan ibaret kalıyor. Yani siyaset esnaflığından. Hepimiz kendi etki ve yetki alanımızda yapının temel gereklerini oturtmak için uzun erimli bir emeğe mi bel bağlıyoruz, böyle gelmiş böyle gider deyip ekmeğimize mi bakıyoruz yoksa büyük vaad ve laflarla algı ve duygu yönetimine, yani bugüne mi oynuyoruz? Cevabımız karakterimizi ele verir. Çocukların karneleri bizim amel defterimizdir.
Bırakın bir eğitim sistemini, bir okulumuz bile yok. Talim ve terbiye kavramlarının kendi başına ayakta duramayacağından bîhaberiz çünkü. Verili zihniyetin talimatlarını ders diye vererek, verili zihniyete göre insanlara torna ve tesviye kabilinden mürebbiyelik ederek bir iş başardığını sananlar eğitim camiamızın kahir ekseriyetini oluşturuyor. Ödül, teşvik, taltif mekanizmaları hep bu verili zihniyete ayarlı biçimde işletiliyor. Tenkit ve tahkikin olmadığı yerde talim ve terbiye bir anlam ifade etmiyor. “İnsana göre sistem”imiz yok, “sisteme göre insan” yetiştirmeyi marifet belliyoruz. Bu bahiste seküler okulların yüzsüzlüğü mü daha mide bulandırıcı muhafazakâr okulların ikiyüzlülüğü mü bilmiyorum.
“İnsana göre sistem”imizin olmayışı cumhuriyet öncesinden başlıyor. Cumhuriyet “sisteme göre insan” kararını veren rejimdir. Karanlığı zifirileştirmiştir. Dış siyasetin şu sıra yaygın iki kavramıyla söylersek, Tevhîd-i Tedrîsât’la birlikte eğitim felsefesi bakımından bedevilikten dürziliğe geçtik. Yüz yılın sonunda bedevi ve dürziler arasında bir tercih yapmak noktasına geldiysek vâ esefâ! Medeniler her türlü ziyanda demektir. 2000’lerden itibaren eğitim alanında yapılanlar “en azından merteği yeniden elif okumak”a doğru bir girişim olarak sunulsa da gerçek böyle değildir. İnsan kimdir (tahkik), sistem nedir (tenkid) sorularına hakkıyla cevap verilmeden girişilen her eğitim reformu siyasî dalaveredir. Bedevilerin ikiyüzlülüğü ve dürzilerin yüzsüzlüğü insan ve sistem hakkında düşünmemenin farklı veçheleridir. Nereden mi biliyorum? Şuradan: Bir hoca olarak yıllar boyu yaptığım sayısız iş görüşmesinde bedeviler bana bıyıklarımı, dürzilerse sakallarımı kesmem gerektiğini söyledi. Hiçbiri bana çocuklarımıza ne öğreteceksiniz demedi.
Muhammed SARI (26 Muharrem 1447 - 21 Temmuz 2025)