HAKLININ HAYATI
DALGA DİYALEKTİĞİ
Bilginin en ilginç fakat üzerinde en az durulan yanlarından biri bir problemin “kendiliğinden” açıklığa kavuştuğu anlardır. Gündelik meşgaleler içindeyken, zihnimizi kurcalayan meseleleri arka plana “çalışır vaziyette” itmiş, hatta çoğu zaman onları o arka bölgede unutmuşken ansızın gelen aydınlanma sayesinde kilit taşının yerine oturduğunu tecrübe etmişizdir. Karanlığın yerini aydınlığın almasını sağlayan o biliş ânı sayesinde coşarız. Zihnin arka planda da olsa “çalışır vaziyette” oluşu, bilebilmek için gereken hazırlığın tamamlanmasını temin eder. Fakat hazırlık bilginin gelişini garanti edemez. Aksine, fazla hazırlıklı olmanın kasılmaya, bilginin doğuşuna (doğuma) mani olacağını söylemek bile mümkündür. Elde çapayla ve tırmıkla bekliyor olabiliriz. Gökte kara bulutlar görünmüş olabilir. Fakat yağmur yine de yağmayabilir. Bu yüzden “kultur” denen değirmen ekseriyetle biriktirme ve taşıma suyla döner. Şiirin gürlüğü ise gökten inene bağlıdır.
Bilginin sürpriz gelişi, bizi gafil avlayışı heyecan uyandırır. Okumayı sökmek, ilk adımı atmak veya şiirin ilk mısraını bulmak bu türden coşkulardır. “Sürpriz” eski bir askerî kelime, “bir yeri hızlı ve öngörülemez biçimde ele geçirmek, bütünden bir parça koparmak” anlamındaki harekât tarzına verilen ad. Ansızın gelen bilgiyi biz mi ele geçiriyoruz, bilgi mi bizi ele geçiriyor düşünmek lazım. Ancak biraz daha dikkat edersek bizi asıl ilgilendirmesi gerekenin bilginin niteliğinden önce kaynağı, yani “bir inayet olarak indirilişi” olduğunu fark edebiliriz. Kendimize sürpriz yapamayacağımıza göre sürprizi biri bize yapmıştır. İnen her ne ise bizim sınırlı idrakimize göre inmiştir, bir tür indirgemedir nihayetinde. Fakat “bilginin indirilmiş olduğunu fark etmek” de bir tür bilgidir ve bu bizi daha üst bir kavrayış katına yükseltebilir. Ayrıca, bir şeyi bildiğimizde bilmenin nasıl olduğunu da nispeten bilme imkânı yakalamış oluruz ki bu da bilginin başka bir veçhesidir. Bilginin katmanlı doğasını göz ardı edersek kat kat kazançlı çıkacağımız yerde yalınkatlığa mahkûm olma tehlikesi baş gösterir.
“Bilgiyi bilmek” ile “bilme ânını bilmek” bir arada gerçekleştiğinde insan varlığımız şükürle dolup taşar. Öyle bir dolup taşmadır ki bu, sürgit devam etmesi düşünülemez. Çünkü fark edişleri gark oluşlar takip eder, kabımızın hayret ve hayranlıktan çatlaması kaçınılmaz olur. Uyku ve ayıklık süreklilik gösterebilir, uyanış ve uykuya dalış ise anlıktır. Bilginin bir “süreklilik ve kesinti ilişkisi” içinde var olduğu gerçeği şiirin sağladığı bilgi söz konusu olduğunda kendini daha çok belli eder. Şiirin narin bedeni ne sürekli uykuya ne sürekli ayıklığa tahammül edebilir. Şiir ne kesintilerle ne anlık itkilerle yol alabilir. Şiir için süre önemli değildir, çünkü birkaç dakikalık şiir yazma deneyimi dahi insan ruhunda ömür boyu unutulmayacak izler bırakabilir. Saniyelik rüyanın saatlerce sürdüğünü zannetmemiz gibi. Şiir için dalıp çıkmanın diyalektiğidir esas olan. Dal-çık ânlarına yakından baktığımızda görürüz ki seyrüsefer “… > bilme ânı > bilişin lezzeti > bildirilmişliğin fark edilmesi > bilginin dilde görünüşü > yeni bilgi için dalışa geçilmesi >…” şeklinde sürüp gitmektedir. Şairin ümidi vuran dalgaların üzerinde mümkün olduğunca kalabilmek yahut nefesi yettiğince dalıp sudan nasibini çıkarabilmektir. Tekne önünde sonunda alabora olacaktır. Bile bile “yürür zavallı kırık teknecik, yürür.” Kaptan kimdir? Deniz nedir? Kıyı nerededir? “Tekhne” bunları bilemez.
Şiire dalmak aydınlanmayla sonuçlanabilir ama her aydınlanma beraberinde yeni dalgınlıklar getirecektir. Bu sebeple bilgiyle karşılaşma ânımıza dair ilk izlenimlere uzun boylu güvenmek yanıltıcı olabilir. Düşünce ve sanatta derinleştikçe en esaslı değerin “bilmek” değil “hatırlamak” olduğunu anlarız. Dalma ve çıkmanın, kevn ü fesadın sersemleten döngüsüne kapılarak bir yere varılamayacağını anlaması gereken ilk kişi, onlara en çok bel bağlayıp ömür tüketen kişidir, yani şairdir. “Hatırlamak” şaire ufku ve kutup yıldızını verir. Koordinatı ve rotası olan bir şairin bilgilenme serüveni “tekhne”si batsa da çıksa da kıymetlidir.
büyük bir tapınak yapalım
seçkin adaklar adayalım bolca.
Fakat tanrı kızar da yok etmek isterse gemimizi
boğulup gidelim dalgalarda daha iyi
sürünerek öleceğimize bu ıssız adada”
Muhammed SARI (12 Rebiülevvel 1446 - 15 Eylül 2024)