PİRELİ PAY, PAYLAŞIMSIZ PAYDA

Bir yorganınız var. Ne güzel! Güzel, çünkü mevsim kış. Haa, bir yerinizi örtüyor mu diye sorarsanız, eh işte örtüyor. Öyleyse hiç yoktan iyi diyebilirsiniz. Fakat galiba örtemediği yerler de var. Başınızı örtseniz ayaklarınız, ayaklarınızı örtseniz başınız açıkta kalıyor. Bu bakımdan vaziyetinize kötü de denebilir. Ancak üçüncü bir unsur var ki devreye o girdiğinde iyi saydığınız hâli bariz biçimde kötüye veya zaten kötü bildiğiniz hâli betere götüren yeni bir durum doğuruyor: Pire! Yorganın konuşulduğu her yerde pireyi de hesaba katmak gerekiyor.

İnsanoğlu hayat şartlarını iyi-kötü yaşanabilir buluyorsa mevcut düzeni sorgulama ihtiyacı hissetmez. Bu noktada birbirimizden pek farklı değiliz. Fakat şartlar kötüden betere doğru seyrettiğinde de aynı kabulleniş gözlemleniyorsa ortada bir tuhaflık var demektir. Tuhaflığın iki ana sebebi olabilir: Ya şartları belirleme gücüne sahip olanlar sanıldığından daha güçlüdür ya da insanların kendilerini şartlandırmaları meseleyi daha içinden çıkılmaz hâle getirmektedir. Bizi kuşatan dış şartlardan yakınmayı severiz ama iç şartlanmalarımızı konuşmak zülfüyâre dokunduğu için hiç işimize gelmez. Derdimiz derman bulmaksa işe, işimize gelmeyen yerden başlamalıyız. Başkalarının dayattığı şartları değiştirebilmek için evvela kendi şartlanmalarımızdan kurtulmak zorundayız. Örneğin söze daha ilk cümleden bir şartlanmayla başladık. “Bir yorganınız var. Ne güzel!” dedik. Belki bir doğruyu dile getirdik ama tuzaklı bir doğruydu bu. Tuzağı görebilmek için önermenin başına dönmek, mümkünse önermeden çıkmak gerekiyor.

“Bir yorganımız var. Ne güzel!” dediğimizde bunun sadece bir durum tespiti olmadığını, yüklü bir ifade olduğunu fark etmeliyiz. “Var” olmayı peşinen müspet bulmaya, elde var bir görmeye yatkınız; çünkü bizler de kendimizce birer “var”ız, “elde var bir”iz nihayetinde. Ne var ki nihayetler üzerinden çıkarım yapmak oyunun akışını değiştirici hamleler yapmaya manidir. İşlerin bidayetine bakmak zorundayız. Bidayette sorulması gereken soru şudur: “Yorgansız olmuyor mu?” “Olmuyor!” diyenler için yazı burada bitiyor. Selametle… Tabii başka biri de çıkıp bidayetteki soru yanlış, soru “Piresiz olmuyor mu?” şeklinde sorulmalıdır diyebilir. Yani yorganı sorgulayacağımıza pireyi sorgulamayı teklif edebilir. İyi hoş ama “yorgansız olmaz” demenin bir başka yolu değil midir bu? “Yorgansız olmaz” diyenlerle “pireyi sorgulayalım” diyenler aynı kişiler olmasa bile aşağı yukarı aynı nihayetin neticeleri sayılırlar. Suçu pirede arayanların da yorgandan olmak istemeyenlerin de belli bir haklılık payı var; fakat o pay onları paydadan mahrum ediyor.

Bidayete dönelim. “Yorgansız olmuyor mu?” sorusunu yerinde, en azından ilginç bulanlar düşünme cehdine açık olduklarını göstermiş sayılır. “Yorgansız olmuyor mu?” diye soranlar vaktiyle “Yorgan gitti, kavga bitti.” diyenlerin soyundan gelmektedir dersek yanlış olmaz. Sorgulamamızın merkezine yorganı almak zorundayız; çünkü kavga edenler patırtının yorgan için değil de başka bir şey için çıktığına inanmamızı bekliyor. Hayır, kavga her zaman yorgan yüzünden çıkar, önce dürüstçe bunu kabul edelim. Sonra dürüstlüğün lafta kalmaması için ikinci ve daha önemli bir hususa açıklık getirelim: Yorgan bir menfaat konusu olabileceği gibi bir haysiyet meselesi de olabilir. Nasreddin Hoca’dan beri yorganın menfaatle ilişkilendirilmesine alışık, alışık ne kelime, şartlanmış insanlarız. Elbette menfaat kendi başına kınamaya konu olacak bir mefhum değil, menfaati ancak haysiyetin neresine düştüğüne bakarak tanımlayabiliriz. Öyleyse haysiyetten ne anlamalıyız?

Nasreddin Hoca’nın fıkrasında dikkatler kınayıcı biçimde hep menfaatin üzerine çekilmiştir. Hâlbuki Hoca’nın tavrı başlı başına bir haysiyet tezahürüdür ve haysiyet yüzyıllardır kahkahalar arasında güme gitmektedir. Hırsızların menfaatten haysiyet devşirmiş olması imkânsız ama Hoca’nın haysiyetten bir menfaat elde ettiği bizce kesin. Çoğunluğun Hoca’ya enayi nazarıyla baktığına eminim. Bana göre Hoca gerektiğinde yorgandan vazgeçme iradesi göstererek haysiyetin, yani en büyük menfaatin (dünya malına bağlanmamanın, dünya malı için kavga edenlerden uzak durmanın) yolunu ardına kadar açmıştır. Hoca’nın aynı haysiyetli tavrı (enayiliği?) yorgan pirelendiğinde de gösterdiğini, yorganı tuttuğu gibi ocağa fırlattığını biliyoruz. Demek ki Hoca için yorgan peşin bir kazanç değil, elde var bir değil; olmasa da olan bir şey. Üzerini örtmeyen, kavgaya sebep olan, kaşındıran bir yorgandansa yorgana mecbur olmadan yaşamanın yoluna bakmış Hoca. Haysiyeti öncelemiş, haysiyetsiz menfaati küçümsemiş.

Yorgan yakmanın marifet olduğunu söylemiyoruz. Ama insanlar pirelerle mücadele ederek, üzerlerini örtmeyen bir yorgan yüzünden ya başını ya ayaklarını feda ederek yaşanabileceğini ciddi ciddi savunuyorlar. Sağduyulular çünkü. Daha doğrusu menfaat güdüleri haysiyet duygularının önüne geçiyor. Bu arada yorganı kuşa çeviren ve yorgana pire salanlar da haysiyet-menfaat sıralamasının tersine dönmesinden azami istifade ediyor. İnsanlığımızı muhafaza etmemiz içimizden hiç değilse bazılarının haysiyeti menfaatin önüne koymasına bağlı. Haysiyeti menfaate önceleyenler kirli paylaşımların konusu veya tarafı olmayı, yani hasımlarının eline koz vermeyi reddetmiş, böylelikle menfaatin büyüğünü kazanmış olur. Böyle büyük bir kazancın bedava olması mümkün değil. Haysiyeti menfaatin önüne koyduğunuzda ayazda kalmanız kaçınılmazdır. Haysiyetli adam pire ısırığındansa soğuk ısırmasına katlanır. İçindeki korla ısınmak zorundadır. En azından bahara kadar. Baharla birlikte yeni, büyük ve tertemiz bir yorgan için yün kırkmaya başlayacaktır.

Muhammed SARI (13 Şaban 1446 - 12 Şubat 2025)