Lİ-HİKMETİN TARİH

Hata insan oluşumuzun parçası. Tarih li-hikmetin bir hatayla başladı. Dünya hayatı Âdem babamızın iblise kanmasıyla başladı. Hatanın olmadığı bir tarih mefhumuna yabancıyız. İnsan iblise kanmasaydı ne olurdu, bilemiyoruz. Yahut insanın cennette kaldığı bir anlatıyı zihnimiz almıyor. Muhal üzerinden konuşmak mevcudu anlamaya yaradığı için, yaradığı kadar anlamlıdır. Muhalden mevcuda gitmek mümkündür ve gereklidir; ama mevcuttan muhale gitmek, muhalden absürde varmak hayatı karanlığa sürükler. Mevcut, hikmete binaendir ve hikmete varmak içindir. 

İnsan cennette hata işledi ama hata işleme fikri yüzünden cennetten atılmadı. Hata fikrine kalbinde yer açan biri için belki menfi netice kuvvetle muhtemeldi; fakat fiil işlenene kadar ortada ne suç vardı ne de suçluluk duygusu. Esas olan insanın doğruda kalması fikri, cennetlik olduğu fikri idi. Öyle ki aynı esas dünya hayatında da kendini göstermişti: “Kim bir iyilik yapmak ister de yapamazsa Allah bunu yapılmış mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet bir kimse iyilik yapmak ister sonra da onu yaparsa Allah o iyiliği on mislinden başlayıp yedi yüz misliyle, hatta kat kat fazlasıyla yazar. Kim bir kötülük yapmak ister de vazgeçerse Allah bunu mükemmel bir iyilik olarak kaydeder. Şayet insan bir kötülük yapmak ister sonra da onu yaparsa Allah o fenalığı sadece bir günah olarak yazar.” Hadis gayet sarih: Aslolan cennette kalmaktır, dünya hayatı muvakkattir. Bütün teşvik ve ikramlara rağmen yönünü cennete döndürmeyi bilemeyenler gün gelecek dünyada bile kalamayacaktır. Basit bir akıl yürütmeyle düşünürsek yolların dörtte biri, hadisteki ikramın büyüklüğünü hesaba katarsak belki sadece binde biri cehenneme çıkıyor. Yine de insanların çoğu bu dar yola girmiş görünüyor. Müslümanlar kendini bu güruhtan ne kadar ayrı tutmuştur, tartışılır. Tarihi “cennete dönüş” fikri merkezinde okumaya Müslümanlar bile hazır değil.

Tarihe “olan oldu” nazarıyla mı bakıyoruz?  Veya “olacağı varmış” diye mi? “Olması kaçınılmazdı” diyenlerin elinde kesin kanıtlar var mı? “Olmasaydı daha iyi / daha kötü olurdu” ahkâmını kesenlerin dayanağı ne? Kavramlarla düşünmenin tümdengelimci kolaylıklarına, olay ve olgularla düşünmenin tümevarımcı zorluklarına rağmen tarihi okumanın mükemmel yöntemini bulmuş değiliz. Tarih hakkındaki mülahazalarımızı ikmal için tarihin bizzat kendisi bizi tarihüstü bir mercie başvurmaya zorluyor. Bütün bu karmaşa içinde şimdilik en mutedil yaklaşım şu olsa gerek: Oluşa tâbi hâlde ve vadedilenin gerçekleşmesine hazırlık yaparak yaşıyoruz. Bu durum hata ve bağışlanma fikrine kendiliğinden kapı açıyor. Hata ve bağışlanma, tarih ve gelecek, kader ve irade bahsinde Sezai Karakoç önemli bir tavrı işaret ediyor: “Bu dünyada olup bitenlerin / Olup bitmemiş olması için / Ne yapıyorsun” Olmuşa, olmakta olana ve olacaklara karşı doğrusu yapabileceğimiz pek az şey var. Elimizdeki tek şey hayatımızın “oldubitti”ye getirilmesine itiraz edecek konumu muhafaza etmek. "Olmamış gibi" yapmamak. Oldubittilere kalple, dille, elle itiraz edebildiğimiz kadar varız. Elimizdeki tek şey, en önemli şeydir: Hakkı savunmak. Hakkı tefrik, tesbit, temyiz, tercih, teslim, tebcil ve teklif edebildiğimiz sürece batıla karşı en tesirli tedbirleri almış oluruz. 

Hakkı kabulün yolu tevbe etmek, hakkı savunmanın mütemmim cüzü sabrı tavsiye etmektir. Beklenecek ve harekete geçilecek yeri tevbeyi ve sabrı benimsediğimiz nispette öğrenebiliriz. Hakkı savunanların tarih boyunca konağı tevbe, azığı sabır makamı olmuştur. Âyetle de tecrübelerimizle de sabit bir hakikat bu. Zellesi Hz. Âdem’i hiçbir insanın yaşamayacağı türden bir kedere garketmişti. Tevbe ve sabır ile kederini sevince çevirebildi. Tarih bir hatayla başlamışsa bile tevbe kapısının açık olmasıyla devam edebiliyor. Tevbe olmadan ne insan tekinin ne insan topluluklarının tarihinde yapıcı bir dönüşüm başlatmak mümkündür. Hata insan oluşumuzun bir parçası; fakat insan oluşumuz hatanın bir parçasına dönüşmüşse kurtuluş imkânı yoktur.

Muhammed SARI (10 Receb 1446 - 10 Ocak 2025)