Kimi filozoflara göre madde Yaratıcı’nın kendini dışlaştırmasının neticesidir ve kutsaldır. Onlara göre doğa bu dışlaşmanın küllî ve dinamik tezahürüdür. İnsanın kendi akıl ve maneviyatının uzantısı olarak dışlaştırdığı şeye ise kültür adı verilmiştir. Doğa ve kültür, fayda ve güzellik kriterleri açısından sürekli kıyaslanagelmiştir. Hazırbulunan doğal güzellikler karşısında insan elinden çıkma sanat ve zanaat nesneleri Batılılara o denli büyüleyici gelmiştir ki hangisinin daha üstün olduğu konusunda fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Öte yandan doğayı gözlem ve taklitle ulaşılan bilimsel bilgi ve teknolojik çıktıların önce doğayı aşan yeni bir fayda kültürü yarattığı, ardından kültürü de belirleyen daha üst bir fenomene dönüştüğü fikri ağırlık kazanmıştır. Bilim ve kültürün ilahî yaratmanın bir parçası mı yoksa bir “karşı-yaratma” mı sayılacağı tartışması Batı’nın kaderini belirlemiştir. Doğrusu; yaratmanın mahiyeti hususunda zihni yalan yanlış tasavvurlarla daha antik çağda teşevvüşe uğramış Batılı toplumların modern çağlarda bilim ve kültüre dayanarak “karşı-yaratma” iddiasıyla insanlığa hayırlı bir yol açması muhaldi. Nitekim öyle oldu: Burjuvalar ve Kilise birlikte iş tutarak kapitalizmi inşa ettiler.
Modernizmi kuran ideolojiler bugün maddenin kültürü belirlediği tezine demir atmış görünse de asıl gücün madde ile kültürün birbirlerini sürekli doğurmalarından ve doğrulamalarından elde edileceğini bilenler bilmektedir. 19. asrın sonlarında madde okyanusun bir yanında, kültür okyanusun diğer yanında üslenmişse de bu modernizm içi bir iktidar mücadelesinden ibarettir. Bu tür kutuplaşmalar dozu iyi ayarlandığı sürece kapitalist bünyenin bağışıklığını güçlendirmiştir. ABD’nin dünya siyasetine ağırlığını koymasından sonra ise ortaya maddenin kültürü tamamen ezdiği bir hayat tarzı çıkmıştır. Peki bu sırada biz Türkler ne yapmaktaydık? Bizler 19. asırda “maddesiz kültürcülük”e, 20. asırda “kültürsüz maddecilik”e kapılarak olan bitenden hiçbir şey anlamadığımızı göstermiş olduk.
Yanlış anlamak belki kötü bir şeydir, ama anlamamak en kötüsü olsa gerek. Biz son iki yüz yıldır ikinci kısma misal teşkil ediyoruz. Üstelik maddeyi ve kültürü yanlış anlayan Batılı zorbaların sözünü dinledikçe işlerin künhüne varma imkânını hepten yok ediyoruz. Batı bizim maneviyatımızı eritip tüketti. Bizse Batı’nın maddesini faiziyle borçlanarak hesaptaki açığı kapatmaya çalıştık. Yani hiçbir şekilde mukabele bilmisil söz konusu değil. Sağcıların kalkınma, solcuların çağdaşlık vurgularına rağmen hiçbir Türk hükûmetinin maddî kültür nosyonunu anladığını söylemek mümkün değil. Maddî kültürü anlayamamak temelde maddeyi ve kültürü anlamlandıramamaktan kaynaklanır. Türk hükûmetleri maddiyatı sıcak para akışının sürekliliği, hazır teknolojinin ithali ve vahşi vergilendirmeyle, kültürü ise züppelerin oyun eğlence türünden faaliyetleriyle sınırlı ve birbirlerinden kopuk gerçeklikler hâlinde konumlandırmıştır.
Türkiye’de Marksist ve liberal acentaların insafına terk edilmiş bir konu madde-kültür ilişkisi. Müslümanlar için madde, 19. asırdan başlayarak mahrumiyet ve tahakkümün, arzulamakla nefret etmek arasında gidilip gelinen her şeyin sembolüdür. Bu ilişki her ne kadar Kur’an ve Sünnet’le apaçık kılınmışsa da pratikte her şeyimiz çarpık çurpuk. İfrat ve tefritin izlerini “beden”i algılayıştan “servet” mefhumuna bakışa kadar her alanda görmek mümkün. Madde-kültür ilişkisi Marksist ve/veya liberal tezlere göre ele alındığı sürece varılacak yerin Türkiye için bir çözüm anlamı taşımayacağı açık. Sanayileşme bahanesiyle ziraati, dijitalleşme bahanesiyle sanayii mahvedilmiş bir milletiz. Yarım doktorun, yarım imamın yaptığı neyse yarım sanayi ve yarım ziraatin yaptığı da odur. 1838 Baltalimanı Ticaret Muahedesi’nden beri hem kimlik krizinden hem yüksek enflasyondan aralıksız muzdarip olan tek ülke biziz. Bunun organize yolsuzluktan, kronik iş bilmezlikten, sistematik ihanetten başka izahı yok.
Madde ve kültür ilişkisini düzenleyecek ilkeleri sadece ahlâk ve hukukun güçlü irtibatından devşirebiliriz. Bu irtibat kopmuşsa kültürün fantazyadan ibaret kalması, maddenin kültüre tahakkümü hatta kültürden ıtlakı kaçınılmaz olur. Maddeyi kavramaya ham ve basit olandan başlamak lazım. Nesnenin hakikatini, hikmetini, karakterini anlamaktan başlamak lazım. Ham materyali anlamadan mamul materyallere sıçramanız sizi bağımlı ve tüketici bir karaktere mahkûm eder. Şeyleri tanımadan hazır eşyaya konmanın, lazım-melzum ilişkisini bilmeden malzemeyi kullanmanın mahzurları saymakla bitmez. Maddeye nüfuz eden akla, tabiri caizse maddeye aklını ekleme basiret ve firasetine ihtiyacımız var. Nesne-kimlik ilişkisi, bilhassa nesne-benlik ilişkisi ihmale gelmez.
Maddî kültürün gerekliliği fikri materyalist bir temele dayanmaz. Maddî kültürün gerekliliği bir fikir olmakla birlikte kültüralist de değildir. Sebeplerin sebebi her zaman ahlâkîdir. Cisimleşme ve sembolleşmelerin aynı ahlâkî kaynağı işaret etmesidir esas olan. Göstergeler bizi göstermiyorsa ne işe yarar? Elbette başkalarının işine!
Muhammed SARI (6 Cemaziyelahir 1446 - 7 Aralık 2024)