Yaşım çok az şeyi anlamama müsaade eder. Yeteneğim ise anladıklarımın çok azını anlatmaya. Fakat okumak, yazmak, düşünmek, hayatı rikkatli yaşamaya çalışmak sayesinde zaman ve mekân biraz olsun genişleyebiliyor, ileriye ve geriye doğru nispeten rahat hareket edebiliyorsunuz. “Ömür” ve “hayat” mefhumlarının aynı şey olmadığını sanat ve düşünceyle temas ettikçe anlıyorsunuz. Dahası, insan varlığınızın nerelerden başladığını ve tahmin edilemeyecek kadar uzak bölgelere sarktığını hayretle, haşyetle fark ediyorsunuz. Kendinden taşabilmenin verdiği güçle olsa gerek geçmiş ve gelecek, tarih ve tabiat, hayat öncesi ve ölüm sonrası hakkında birtakım görülere ulaşabiliyorsunuz. Buna gaibe muttali olmak denemez elbette. Kantçı bilgiye yabancı olduğumu söylemeye çalışıyorum sadece. “Ben aklın sınırlarını inanca yer açılsın diye belirlemeye çalıştım.” demişti Kant. Hayır, biz Müslümanız. Bizim bilmemiz ile inanmamız birbirinden ayrılamaz.
Terim, kavram ve tanımlar yerine dünyaya tavırlar ve tutumlar üzerinden bakmayı yeğliyorum. Gerekmedikçe yüklü isimlendirmeleri doğrudan kullanmamaya dikkat ediyorum. Terimlerin içinde ben yoksam, kavramlarda benden bir şeyler yoksa, birtakım hazır tanımların yardımını hissetmiyorsam onlara ihtiyatla yaklaşıyorum. Kişiliksiz terimlerin, kavramların, tanımların tıka basa dolduğu zihinlerimizle bugün daha özgür olduğumuzu iddia ediyoruz. Hep böyle olur zaten: Kalın kafalılık ve köle ruhluluk birbirini besler. Büyük şair yıllar önce “Din yardım eder, teori acımasızlığı öğretir.” demişti. Hayat kurtaran bir sözdü. Hâlâ kurtarıyor. Yine de ufak bir ilave yapmama izin verin: Yardım ediyormuş gibi görünen teorinin foyasını meydana çıkarmak ve din namına gerçekleştirilen acımasızlıkları boşa çıkarmak şartıyla. Dine dönüşmüş teorileri ve teorilerden ibaret hâle gelmiş dini red şartıyla.
İnandığımızı söylediğimiz şeyleri bir gün bizzat görüp bileceğimizi hakikaten kabul etmiş olsaydık gördüklerimizi inanç diye bellemek tehlikesinden korunabilirdik. Gelecek zaman sigasıyla anılan ahiret bildiğimiz mânâda gelecekte değil şimdidedir. Ahireti bir tür uzak gelecek olarak tasavvur edenler inandıklarını görmekten mahrum kalıyor, gördüklerine inanmaya başlıyor. Böyle kişiler ahiret tarlasında afyon üretiyordur artık. İmal ettikleri afyon sebebiyle halüsinasyon ve hezeyanlara maruz kalmışlardır. İlerleme afyonuna maruz kalıp geriden gelen bir millet olduğumuzu kabul ettiğimiz günden beri iki katlı tuhaflık yakamızı bırakmıyor: Sanayileşme ve kalkınmanın ferde, tabiata ve topluma verdiği hasarı biliyoruz fakat tarihte eşi görülmemiş bir determinist boyun eğiş yüzünden o yoldan bizim de geçmemiz gerek diyoruz. Teknolojinin insan ruhunu nasıl örselediğini biliyoruz ama önce çağa ayak uyduralım, gerisini sonra düşünürüz diyoruz. Bu mantığa göre teknolojik güç onu ele geçirmek isteyeni belki hep vezir etmiyor ama ondan mahrum kalanı kesinlikle rezil ediyor… Öyleyse kopsun kıyamet!
Gücü ilah belledi birileri. Yol hâlâ bu yoldur. Kötülüğe bulaşmamaktan ve kötülüğü tanımlama dirayeti göstermektense ona göz yummaya mahkûm bir zihin sefaleti hayat tarzı diye benimsetildi. Zor ama haysiyetli bir hayat yaşamaktansa zorbaların yancılarından biri olmak marifet sayıldı. Teoriyi kopyalamak makbul, teorinin eleştirisini uygulamak yersiz bulundu. Hesabını sormadığımız her kötülük dönüp bizi hesaba çeker oldu. Yolun yarıdan çoğu geçildi Türkiye adına. Herkes kendi muhayyel perisûretine kavuşacağı varsayımıyla sürüklenmeye devam ediyor. Gerçekler caddelerde anadan üryan gezse de görmezden gelmeye çalışıyoruz. Belki “dünya sistemi” tezini artık komplo teorisi deyip inkâr etmiyoruz ama milletlerin kendi kararlarını verdiklerine de inanmak istiyoruz. Politik manipülasyonun medyatik algoritmalar aracılığıyla olağanlaştırıldığını dakika dakika tecrübe ediyoruz ama seçmen denen insan türünün kararının kendi vicdanına ait olduğunu da iddia ediyoruz. Orijinal görünme endişesine boşverin ve kendi iyiliğiniz için şu soruları cevaplamaya bakın: Düşüncelerimiz bizim düşüncelerimiz mi? Bu sözler gerçek düşüncelerimizin ifadesi mi? Yaptıklarımızı hür irademizle mi yaptık? Ne yaptığımızı biliyor muyuz peki?
Muhammed SARI (3 Cemaziyelevvel 1446 - 5 Kasım 2024)