YENİ EMEVİYYE

“Yeni Emeviyye” ismi yeni bir dünya tasarımı, yeni bir nomos ilanı anlamına gelmiyor. O sebeple "yeni" derken “yine” demiş oluyorum. Olan bitenlerde yeni hiçbir şey yok çünkü. Yaşayanlar şimdide yaşadığı, düşünenler geniş zamanlarda gezindiği için aradaki makas açıklığı yanlış anlamalara sebep oluyor. Yine de asıl sorun bu değil. Sorunumuz, dünün mallarını boyayıp bugün satan veya bugünün değer yargılarını geçmişe yamayan haysiyet tüccarlarından kaynaklanıyor. Yaşayanlar ile düşünenler arasındaki uçurum ne kadar büyürse fırsatçılar o kadar kâr ediyor.

Kemalizm, sosyalizm, liberalizm vs derken arkasından gelen İslâmcılık, Osmanlıcılık, milliyetçilik dalgalarıyla birinin diğerinden ayırt edilemediği, Tanzimat-Cumhuriyet aralığındaki Batılılaşma fikriyatının tersine dönmüş gibi göründüğü bir politik vasata vardık. Devlet yakın tarihinde ilk defa bütün atlara oynuyor. Bu şu demek: Kaybeden asla ben olmayacağım! Kazananın kim olacağını bilemiyoruz ama kaybedeninin kendisi olmayacağını devlet en baştan deklare etti. Bunu anlamak için dış politikada Türkiye Cumhuriyeti ve iç politikada Cumhur İttifakı lehine eşzamanlı işleyen hadiseleri üst üste koyarak okumak yeterli olacaktır. Henüz kaynağı, mahiyeti, potansiyeli ve yönsemesi etraflıca analiz edilmemiş olsa da devlet ricalinde açık bir güç istenci görüyoruz. Güç deyince bir mim koymak lazım. İslâm tarihinde ilk büyük fitnenin iktidar mücadelesi yüzünden çıktığını ve gündemimizden bir daha hiç düşmediğini hatırlayalım.

Doğru kişilerin doğru amaçlarla buluştuğu anda ortaya çıkan momentuma güç deriz. Yani Müslüman için politik güç kendi başına amaç değildir. Zaten saf mana da bir politik güçten söz edilemez; her politik güç bir uzlaşmanın, bir terkibin hasılasıdır. Bu bakımdan politik gücün karakterini ve akıbetini tarih boyunca iki şey belirlemiştir diyebiliriz: arzu ve ahlâk. Arzu önünde sonunda ahlâkı devre dışı bırakmaya meyillidir çünkü kördür. Gücün arzu ile ilişkisi çeken kutuplar ilişkisidir. Güç ahlâkı da çekmeye çalışır. Bir yanına ceylanı bir yanına arslanı almak ister güç. Fakat ahlâkın daima başka bir planı vardır. Ahlâk arzuları yok etmez, arzulara kulak verir ama onlara meşru bir hat çizer. Arzuyu meşru dairede tutabildiğinde gücü de belli oranda hizaya getireceğini bilir. Güç de yegâne meşruiyetini ahlâktan devşirebileceğinin farkındadır ama doğası gereği direnebildiği kadar direnir. Tarih bize gösterdi ki ancak ahlâkın arzuyu tahdidiyle ortaya yapıcı ve kararlı bir güç iletimi çıkabilir. Risalet ve hilafet devirleri bir bakıma bunun tecrübesidir.

Arzunun ahlâkı dışlaması neticesinde doğan yönetim ahmaklığa, gücün ahlâkı baskılamasıyla doğan yönetim zulme varır. Politikada yahut başka hiçbir alanda ahlâk ile realizm birbirine alternatif iki alan olarak ele alınamaz. Ahlâk hem bir ön belirleyen hem süreç boyunca arzuya ve güce eşlik eden bir kavramdır. Müslümanı diğer toplumlardan ayıran hem ahlâklı hem makul davranmaktaki ısrarıdır. Ahlâk ile aklı birbirinden ayırdığınızda yemyeşil bir Makyavel olma yolundasınız demektir. Mızrakların ucuna musfah sayfalarını takmanız an meselesidir. Çok kısa bir sürede belki de dünyanın en geniş sınırlarına ulaşmasına rağmen Emevi Devleti’nin Müslümanlar nazarındaki tartışmalı konumu arzu-ahlâk-güç dengesini kur(a)mamasından kaynaklanır. “Yeni Emeviyye” tabiri bu sebeple geçmişe dönük bir ithamdan çok, geleceğe dönük bir ihtar kastı taşır. Emevî ile başlayıp Fatih devri Osmanlısıyla zirveye ulaşan saltanat formu “gücetaparlığı” sebebiyle İslâm’ın esasının ne olduğunu bize çok çabuk unutturabilmiştir. Şam-İstanbul ekseni Medine rotasından saptıkça Müslümanlar itikadî açıdan izah edilemeyecek noktalara savrulmuştur.

Emevîleri bir bahis olarak ortaya atmam beni Abbasî, Selçukî, Osmanî yapar mı? Ne münasebet! Böyle anlayanlar, anlamayanlardır. Anlaşılması gereken şu: Bizim dünyaya yeni bir saltanat teklifi yapmamız mevcut hırgürün yeşile boyanmışını teklif etmekten başka manaya gelmez. Emevî veya Abbasî merkezli okuma, aynı Selçuklu ve Osmanlı merkezli okuma gibi İslam’ı kavrayışımızı daraltıp katılaştırmaktan başka bir şeye yaramayacaktır. İslâm’ı risalet ve hilafet devirleri ekseninde ele alamadıktan sonra insanlığa bir armağan, bir çıkış yolu sunmuş olmayacağız. Daha öz ifade edelim: Din asıl, devlet onun faslı olmadıkça İslâm’ın insanlığa teklif ettiği itikadın yüksekliği görülemeyecek. İslâm açısından “din ü devlet” ifadesi bile zaid sayılmalıdır. Din vardır. Ve varsa ancak ondan neşet eden bir devlet makbuldür. İslâm mücerred/tarihüstü bir devlet ütopyası peşinde koşmamış ama müşahhas/tarihsel bir Roma formu üzerine de konmamıştır. İslâm bir devlet modeli icat ve ithal etmek zorunda olmamıştır. Çağ neyi gerektirmişse o model üzerinden ilerlenmiştir. Şehir devletiyse şehir devleti, emirlikse emirlik, beylikse beylik, sultanlıksa sultanlık, cumhuriyetse cumhuriyet. Asıl olan ahlâkî/itikadî ilkeye sadakattir.

Muhammed SARI (4 Şevval 1446 - 2 Nisan 2025)