Namık Kemal biraz İngiliz demokrasisi ve parlamentosuna duyduğu abartılı alakanın, biraz da cedelseverliğin tesiriyle şu meşhur sözü söyleyivermiş: Bârika-i hakîkat müsâdeme-i efkârdan doğar. Fikirlerin vuruşup çarpışmasından hayırlı netice alındığını hiç görmediğim için bu sözün taşıdığı iddiaya karşı mesafeli olageldim. Çatışan şeyin fikirler değil, çıkarlar olduğunu düşünmeye eğilimliyim. Farklı fikir sahibi iki taraf arasında savaşa varan çatışmalar çıkabilir ama bu durum nadiren fikir savaşı olarak adlandırılabilir. Savaşın sonunda mağlubun fikren haksızlığına, galibin fikrî üstünlüğüne ise hiç hükmedilemez. Fikirler galibiyet-mağlubiyet kategorilerinin dışında ele alınmalıdır. Onları olsa olsa doğruluk-yanlışlık mihengine vurabiliriz. Hâl böyleyken doğru ile yanlışın mücadelesinden, hele iki yanlışın müsademesinden doğrunun öne çıkma ihtimali nedir? Yahut iki doğru fikrin çarpışması size makul geliyor mu? Namık Kemal parlamento yerine sosyal medyayı görse acaba aynı iddiada bulunur muydu? Her saniye milyarlarca fikrin kaynaştığı dijital mecralarda hakikat parıltısını ara ki bulasın.
Konuşma özgürlüğü ile fikir özgürlüğünü birbirinden ayıramaması demokrasinin temel zaaflarından biri. Bu zaaf her konuşanın bir fikri olduğu, susanların fikir sahibi olmadığı yanılgısını doğuruyor. Yanlış fikirlerin parlak savunusu, doğru fikirlerin sönük sunumu da yanılgıyı pekiştirebiliyor. Buna mukabil konuşanları susturmak, susanları konuşmaya zorlamak da bir çözüm değil. Çıkmaza girmemek için fikirleri konuşma-susma değil, zaman-zemin bağlamında ele almak daha akıllıca olur. Fikir olma katına yükselmiş her tecrübe kendini doğru biçimde ifade edebileceği zamanı ve zemini bekler. Fikirsizce konuşanların böyle dertleri yoktur, patavatsızca yaşar onlar. Ağırlaşan algı bozukluğu yüzünden günümüzde efkârlılarla efkârsızlar arasındaki farkı görmek de zorlaştı. Vaktini bekleyen fikirler “içten pazarlıklı” olmakla itham edilebilirken, aklına eseni istediği söylemeye “dobralık” vasfı yakıştırılabiliyor. Bahtiyar; fikirlerin nerede, ne zaman ve nasıl zikire dönüşmesi gerektiğini kavramış kişidir. Bedbahtlık fikirlerin zamansız, zeminsiz ve yordamsızca dışavurumundan kaynaklanır. Tam bu noktada akla başka bir soru geliyor: Bir fikir sırf zamanlaması isabetli olduğu için doğru, kötü zamanlamadan dolayı yanlış kabul edilebilir mi? Yükselen siyasal ve toplumsal dalgaların üzerinde sörf yapabileni haklı, dalgaların altında kalanı haksız mı kabul edeceğiz?
Çeşitli cevapları olan ama nihai çözümü olmayan sorular soruyorum. Fikir yürütmek biraz böyledir. Namık Kemal’in pek beğendiği demokrasi nihai çözümü olmayan sorulara verilen vasat ve makul cevaplardan müteşekkil bir sistem vaz eder. Optimuma, sağduyuya, fazla çapak taşımayana taliptir. Demokrasi düşünme faaliyetini bir noktada durdurmak demektir. Çünkü fikir yürüterek vardığınız demokrasi rejiminden fikir yürütmeyi sürdürerek pekâlâ uzaklaşabilirsiniz. Demokratik düşünme tarzı teorik açıdan "demokrasinin iptali"ne kadar varabilir. Fakat demokrasinin mabedi sayılan meclislerin işleyişi bu gerçeği örter. Meclislerde sureta en sert tartışmalar yapılır ama yola daima “aşırı uçlar tasfiye edilerek” devam edilir. Atılan her okun 12’deki oku yarıp onun yerine yerleştiği varsayımıyla ilerler demokrasi. Bu varsayıma göre bir eski doğrular bir de yeni doğrular vardır; gelecekte bunların yerini alacak daha yeni doğrular, en yeni doğrular gelecektir ilh... Varsayımlarını tartışmaya açtığınızda dünyanın en kırılgan rejimi diyebiliriz demokrasi için. Yine de bu naif imajı sizi yanıltmasın. Bütün demokrasiler arkasında bir vasatı, bir ortalamayı kitleye dayatacak kadar güç saklar. Zor kullanımı her rejim için geçerlidir. Elinizde askerî, iktisadî, teknolojik güç olmadan halka demokrasi gibi “halkçı” bir rejimi bile kabul ettiremezsiniz. Bu tuhaf çelişki sebebiyle ABD’ye hem “dünyanın jandarması” hem “demokrasinin koruyucusu” unvanı yakıştırılabiliyor. Roma’ya hukukîliğin ve sömürgeciliğin beşiği gözüyle bakılması gibi. Lafı uzatmadan şunu söylemek lazım: Demokrasi hem felsefî özü hem farklı tarihsel yorumları sebebiyle diktatorya kurmaya son derece elverişli bir formdur. Yeter ki hangi fikrin hangi zaman ve zeminde öne çıkacağını veya hangi fikrin önünün kesileceğine karar verecek güce sahip olunsun.
Demokrasinin çelişkilerini görmediğimizde Namık Kemal ve neslinin yanılgıları hepimizi kolayca esir alabilir. Şairimiz büyük bir salonda yüzlerce beyefendinin en zıt fikirleri, en şedid biçimde tartıştığına ama hakikatin tecellisi için orada bulunduklarının bilinciyle terbiyelerini hiç bozmadıklarına, neticede oylama yaparak herkesi bağlayıcı bir karara varmalarına hayret eder. Neden bizde de böyle bir meclis yok diye hayıflanır. Tanzimat nesli modern bazı fikirler ve hareketlerden haberdardı, fakat onları doğuran kök fikir ve ilk hareketlerden bîhaberdi. Bu bilgisizlik olanı olduğu şekliyle anlama safdilliğine sürüklemişti onları. Hakikatin fikirlerin çatışmasından doğabileceğine kanaat getirebiliyorlardı. Hâlbuki hiçbir fikir kendinden ibaret değildir; fikirler mücerreden ve müstakilen değil salkımlar, örüntüler, ağlar şeklinde yaşar. Onları doğuran şartlar anlaşılmadan olan bitenin künhüne varılamaz.
Hadiselerin ve fikirlerin künhüne varmak Batılılaşmayla birlikte bir gaye olmaktan çıktı. Sathî bir hayata razı olduk. Ne saltanattan meşrutiyete geçerken meşrutî yönetimin ilkeleriyle ilgileniyorduk, ne cumhuriyet fikriyle ilgili bir müzakere ortamı vardı, ne meclisin manası üzerine retorik beyanlardan fazlasına sahiptik, ne çokpartili hayata geçerken demokrasi tarihinin parçası olmakla ilgileniyorduk, ne cumhurbaşkanlığı sistemine geçerken neyi arkada bırakıp neye yöneldiğimize dair sahici bir stratejiye sahiptik. Can havliyle alınan kararlar, konjonktürel dayatmalar, sefil çıkarlar dışında bir zemine oturmuyor siyaset hayatımız. Dün hararetle savunduğumuz her şey ertesi gün kurtulunması gereken yüklere dönüşebiliyor. Görünen o ki tercih edişlerimiz ve terk edişlerimizin arkasında “devletin bekâsı”ndan başka motif yok. Öyleyse Türk düşünce tarihinin en önemli kavramı “bekâ”dır desek yeri. Başka fikirlere “bekâ” fikri yerine oturduktan sonra alan açabiliyoruz. Çünkü “bekâ” bir sadmesiyle bütün fikirleri yere serebiliyor!
Muhammed SARI (27 Şevval 1446 - 25 Nisan 2025)