İDEOLOJİK YARILMA İLE METODOLOJİK SÜREKSİZLİK ARASINDA EĞİTİM

Millî Eğitim Bakanlığı her eylülde fiziksel ve dijital altyapının iyileştirildiğinden, öğretmenlerin özlük haklarının korunacağından, özel okul ve kursların denetlenişinden, atama kriterlerinden vs. bahseder. Neredeyse otuz yıldır değişmiyor başlıklar. Eğitimin niteliğini nelerle ölçtüğümüze bakarsak önümüzde çok uzun bir yol olduğunu görürüz. Konuşulanlar herkesi etkileyen fakat işin özünü değiştirmeyen şeyler, çok garip değil mi? Böyle olmasında hem sistem sahiplerinin aldığı bazı özel tedbirler hem de sistem içindeki insanların körlük ve alışkanlıkları etkili. Bu ancak, eğitim politikasının ülke içinden belirlenmediği anlaşıldığında kırılabilecek bir fasit daire. Emek-yemek eğrisindeki çatışmanın, verimsizlikteki istikrarın başka bir izahı yok. Aslına bakarsanız “önümüzde çok uzun bir yol olduğunu” söylemek yanlış. Daireler çizip duruyoruz. Yapısal bir çıkmazdayız.

“Yapı” deyince aklınıza ne geliyor bilemiyorum ama farklı çağrışımlar uyandırdığına eminim. Bazılarının aklına hemen merkezî yerleştirme sınavlarının eğitimdeki baskın etkisi geliyor. Bazımız bitmeyen müfredat değişiklikleri ile yapısal çıkmaz arasında koşutluk kuruyor. Bazıları “yapısal çıkmaz” sözünden akademik ve meslekî eğitim arasındaki orantısızlığı ve irtibatsızlığı anlıyor. Bazısı zorunlu eğitimi 12 yıla çıkaran kanunla ilgili tartışmaların kastedildiğini düşünüyor. Bu ve benzeri çıkarımların sorunu yanlış olmaları değil, “yapı”yı esas almaları. Bir yerde yapı varsa orada düzen ve kurallılık da vardır diye düşünüyoruz. Düzeni aksatan, kuralı ihlal eden faktörleri yok edersek yapısal sorunu halledeceğimize inanıyoruz. Kabullerimiz bizi doğru yolda olduğumuza inandırır. Bina ayakta durduğuna göre doğru inşa edilmiş, araba yürüdüğüne göre doğru imal edilmiş, okullar her sene derece yapan çocuklar mezun ettiğine göre doğru kurgulanmış demeye yatkınızdır. Ta ki bina depreme yakalanana, araba asfalt yoldan çıkana, çocuklar gerçek hayatla yüzleşene kadar. Sınavlarımız güya problem çözme becerisini geliştirmeye dönük ve gerçek hayat senaryolarına göre hazırlanıyor. Hayır, sınavların çoğu hayatı ve insanı değil, yapıyı ve kurumları doğrulamaktadır. Her alanı sadece kendi sınırları içinde sınayarak riski sıfıra indiriyor, doğrulamayı garantiye alıyoruz. Falımız çıksın diye hileli deste açıyoruz. Bu kadar sorunlu bir eğitim sisteminin, ekonomi sisteminin, siyaset sisteminin iç tutarlılığını başka türlü açıklayamayız. 

Hileyi kendimizi aklamak gayesiyle yapsak da yapmasak da iç doğrulama yönteminden asıl istifade eden her zaman yapı/sistem oluyor. Anaokulu kendi içinde, ilkokul kendi içinde, ortaokul kendi içinde, lise kendi içinde, üniversite kendi içinde doğru, tutarlı, işleyen mekanizmalar olabilir. Buna etüt-kurs-dershane-koçluk gibi yan yapılanmaları ekleyebilirsiniz. Hatta eleştirel pedagojiden bahseden figürleri, muhalif ve sivil görünümlü platformları da dâhil edebilirsiniz. Sonuç değişmeyecektir. Çünkü bunlar dışındaymış gibi görünüp yapıya/sisteme hizmet eden doğrulayıcılardır. Bazen ateş, halsizlik, titreme gibi semptomlara sebep olmaları yanıltmasın, hepsi sistemin bütünlüğünü sürdürmesi için alarm sistemleridir. Yararlı virüs ve bakteriler gibi çalışır, antikor üretilmesini sağlarlar. Fakat bütün bu iç ve dış doğrulayıcıların birbirine ne devrettiğini, toplum hayatının işleyişine nasıl tesir ettiğini, giderek neye hizmet ettiğini sorguladığımızda bir ayağımızı yapının/sistemin dışına atmış oluruz. Bu noktadan itibaren iç ve dış bütün doğrulayıcıların bize cephe alacağını tahmin etmek zor olmayacaktır.

“Yapı” derken “yapan”ı anlamıyorsak boşuna konuşuyoruz demektir. Yapıcısız yapı yoktur. “Mevcut bir yapı”yı değiştirdiğinizde sadece “o yapı”yı değiştirmiş olursunuz, “yapı” kavramının kendisine yönelmiş olmazsınız. Çünkü eyleminiz “yapan”a dair bilinçten yoksundur. “Yapı”nın neden böyle yapıldığını, daha önemlisi “yapan”ın niyet ve zihniyetinin ne olduğunu sorgulamamış, zülfüyare dokunmamışsanız eyleminiz “yapı”cı sınırlar içinde kalır. “Yapı”cı yani “mevcut yapıya taraftar” pozisyonu terk etmediğiniz takdirde dile getirdiğiniz bütün eleştiriler mevcudu tadil ve tahkime yarar. “Yapı”cı değil “yapıcı” eylemlere ihtiyacımız var. “Yapı”cı eylem çarkların dönmesinden yanadır, “yapıcı” eylem ise “yapı”yı ve “yapan”ı sorgulama yolunu hep açık tutmaktan geçer. “Yapıcı” tavır sadece “yapma tarzına” yani metoda değil “yaptıran”a yani ideolojiye de bakar. Dikey ve yatay biçimde bölünmüş bir yapının içinde eğitim vermeye çalışıyoruz. İdeolojik yarılma ve metodolojik süreksizlik belimizi büküyor. Her 5-10 yılda bir ikisinden birine abanarak yaptığımız revizyonların, restorasyonların, revolüsyonların sonuç vermesini bekliyoruz.

A’dan Z’ye entegre sistemler mantığıyla çalışan bir dünya sistemi var. Enerji, bilgi, güvenlik, gıda, sağlık, ulaşım gibi en kritik kalemlerdeki entegrasyona karşı düşünce cehdinin ürünü olan tek bir siyasî itiraz odağı görülmedi on yıllardır. Ne dünyada ne Türkiye’de. Laf olsun diye yapısal eleştiriden bahsedene bile rastlamıyoruz. Eğitim dünya sistemine entegrasyonun en önemli kalemlerinden. Türk eğitim sistemini hâlâ Amerikan pragmatizmi ve OECD raporları yedip gütmektedir. Ben ortanın üstü bir öğrenci olduğum için öğretmenliği zar zor kazanmıştım. Şimdiyse vasat altı öğrencilerin başka meslek bulamadıklarında gönül indirdikleri bir alan öğretmenlik. 20 yıl arayla aynı meslek, bambaşka iki gerçeklik. İtibar ve irtifa kaybı açık… Bu satırları yazarken bir yandan da İspanya’yla maçımızı seyrediyorum ve ekranda yazı boyunca izaha çalıştığım yapısal çıkmazın tipik bir numunesini görüyorum. Yapısal sorun birkaç gün önce kazandığımız Gürcistan maçında da ayan beyan ortadaydı. Ondan önceki sayısız maçta da. Ama gündelik taktiksel (metodolojik) kazançlarla kendimizi kandırmayı seçtiğimiz için deniz bitince krizli, sancılı, çalkantılı, dramsever, isyankâr, arabesk, disiplinsiz karakterimizle (ideolojimizle) yüzleşmekten kurtulamıyoruz.

Muhammed SARI (16 Rebiülevvel 1447 - 7 Eylül 2025)