MİTLER, KÜLTLER, HAYALETLER

“Bir mite karşı en iyi silah belki onu yeniden mitleştirmektir, 
daha doğrusu yapay bir mit üretmektir.” 
Roland Barthes

En zekimiz hâlâ devlet. Binlerce uzmanın desteğiyle on binlerce alanda eşgüdümlü muhakeme yürütüp kararlar alabilen ve uygulayabilen tek organizasyon, tek organizma o çünkü. Bir tür süper yapay zekâ. Sözlerimde kinayenin k'si yok, samimiyim. Yapay zekânın gelip geleceği nihai nokta budur zaten: devlet olmak. Takriben 17. yüzyılda icat edilmiş hâliyle tanıdığımız modern devlet. En zekimiz devlet ama en akıllımız o değil. Akıl sahibi olmak beşeriyetten insaniyete terfi edebilmiş, ahlâkî mesuliyetini müdrik ferdlerin vasfıdır. 

Zeki ve çevik bir devletimiz var. Bu sıfatları hem sözlük anlamları bakımından birbiriyle bitişik algılıyoruz hem de Mustafa Kemal’in vecizelerinin birinde geçtikleri için. Elbette daha çok ikincisi yüzünden. İşte 80’lerde, 90’larda hantallık ve kalın kafalılıkla itham edilen devlet, vecizenin hakkını verircesine 2000’lerde bariz bir zekâ ve çeviklik sıçraması gerçekleştirdi. Sıçramaya da devam ediyor. Daha dün, Cumhurbaşkanı Erdoğan TBMM’nin açılışını haber veren 1920 tarihli telgrafı paylaşarak bir haftadır Türkiye’yi meşgul eden karikatür dalgasının üzerine çıkıp sörfünü ve şovunu yaptı. Bu fırsatları çok iyi değerlendirmesinde seçmen kitlesinin kolay yönetilebilirliği mi yoksa Erdoğan’ın manevra kabiliyeti mi daha büyük pay sahibidir, kararı siz verin. Telgrafın içeriğinden hareketle Türkiye’yi kuran esas iradenin İslâm olduğunu vurgulaması, son yirmi yılda Müslümanların sekülerleşmesine AKP’nin sebep olduğu yolundaki eleştirileri bir anda unutturdu. Unutturdu çünkü Erdoğan son derece duygusal bir kitleyle iş yaptığının farkında. Seçmenlerin onunla ve partiyle ilişkisini “küsme, barışma, kızma, affetme…” üzerinden yürütmesi her şeyi açıklıyor zaten.

Telgraf vesilesiyle daha önemli bir husus öne çıktı: Mustafa Kemal kültünün yeniden ve yeniden ve yeniden restorasyonu. Erdoğan 1920’lerin sarı paşasından alıntı yaparak seçmen kitlesi gözünde bir taşla iki kuş vurmuş kabul ediliyor: Hem Kemalistleri Mustafa Kemal’le susturduk hem Mustafa Kemal’i kendi sözleriyle temellük ettik diye düşünüyorlar. Bir yönüyle haklılılar. Peki aynı muamele Erdoğan’a yapıldığında da enteresan sonuçlar çıkmaz mı? Selamet’li çağlarda, Refah’lı dönemlerde, Saadet’li yıllarda, Fazilet’li günlerde hep başka başka Erdoğanlar yok muydu? Tek başına iktidar olduğu Adalet’li şimdilerde bile en az üç ayrı Erdoğan portresi görülmedi mi? Tabii ki görüldü. Fakat soru(n) şu: Erdoğan’ı bunlarla vurabilir misiniz? Amacınız akıl ve ahlâk savunusu ise üzgünüm, bu argümanlar işinize yaramayacaktır. Ancak amacınız rant ve ikbalse, yani siyasal zekânızı göstermek istiyorsanız başka! Söz konusu Erdoğanlardan istediğinizi istediğiniz bağlamda ve tekrar tekrar kullanabilirsiniz. Nasıl olsa Erdoğan bu portrelerin her biri ve hiçbiridir. Siyasal dokunulmazlık mevkiini ele geçirmiştir bir kere. Aynı Mustafa Kemal gibi. Onu da istediğiniz bağlamda, tekrar tekrar kullanabilirsiniz. 1920’nin Mustafa Kemal’i bir hayalettir, kendisini 1923’ten sonra bir daha gören olmamıştır. Erdoğan’ın getirmek üzere olduğu düzenin haklılığını hayaletler üzerinden devşirmek istemesi zekice; çünkü hayaletleri yakalamak da hayaletlerden kaçmak da imkânsızdır. 

Hayaletlerle işbirliği kolay olmadı elbet. Devletin gözünde iyi hayaletler ve kötü hayaletler vardı. Örneğin 15 Temmuz’a kadarki süreçte AKP’den tek parti dönemine yöneltilen bütün eleştirilerin muhatabı ferd olarak İnönü, kurum olarak CHP idi. Kötü hayaletler bunlardı. Ne doğrudan ne dolaylı biçimde Mustafa Kemal ve icraatleri eleştiriliyordu. Aslına bakarsanız bu ayrım AKP’nin siyasal atası sayılan Necip Fazıl’dan beri yapılmaktaydı. Kısakürek’in sayısız metninde, konuşmasında Mustafa Kemal ve dönemi hep “Gazi Hazretleri” sıfatının yaldızlı ve meşrulaştırıcı etkisi eşliğinde anılır iken İnönü’nün ne sağırlığı kalmıştır ne hayınlığı ne iş bilmezliği. Mustafa Kemal ile Kemalistleri ayrı tutarak bir tür “böl-yönet” politikası izlemiştir siyasal İslamcılar. 15 Temmuz’dan sonra devletin yapısal dönüşümüne eşlik edecek yeni bir retoriğe ihtiyaç duyulmuştur. Bu retoriği “ortak değerler” sloganıyla özetlediler. Yeni muktedirler artık Mustafa Kemal arketipinin gölgesine sığınarak fakat bu kez “birleştir-yönet” politikası izleyerek rejimlerini kökleştirme yoluna girmiştir. Ekim 2024’te dillendirilmeye başlanan “iç cephenin güçlendirilmesi” de bu yeni retoriğin bir parçasıdır. Tek parti dönemine yönelik eski retorikte “eleştirilen ile korunan” ayrımı yapılırken 15 Temmuz’dan sonraki retorikte “bağdaştırıcılık” ilkesi öne çıkarılmıştır.

Dedik ya, en zekimiz devlet diye. İşte böylesi buluşlarıyla gösteriyor keskin zekâsını. “Ortak Değerler...” İki kelime de son derece olumlu, sıcak çağrışımlara sahip. Ne de olsa akl-ı selim sahibi hiç kimse “ortak” addedilen ve “değer”li bulunan hiçbir şeye kem gözle bakamaz; ama bakarsa kamuoyu nazarında karalanması kolay olur diye düşünüldüğü besbelli. Her zamanki muğlaklığıyla, içi her duruma uygun biçimde doldurulabilmesiyle bu yeni retorik Mustafa Kemal ismi altında Erdoğan’a, Türkiye Cumhuriyeti ismi altında başkanlık sistemine siper olmuş görünüyor. Tarihsel figürler güncel figürlerin korumasına alınırken güncel figürler de tarihsel figürlerin meşrulaştırıcı hâlesinden faydalandırılıyor. Zaman zaman Anıtkabir’den fotoğraf atan veya Mustafa Kemal’i öven başörtülü kızlara gösterilen tepkinin bugün artık hiçbir sosyal yaptırım gücü yok; çünkü devlet AKP eliyle bu fotoğrafı bizzat çekti ve çoktan “like”ladı bile. Bitti o iş. Düşünün, Leman dergisi müptezellerinin linç edilmesiyle TBMM’nin 1920 tarihli açılış telgrafının yayınlanması arasında sadece birkaç gün var. Telgrafın yayınlanmasıyla iklim değişikliği kanununun meclisten geçirilmesi arasında ise birkaç saat. Görüntüler yan yana, art arda ne kadar hızlı getirilebilirse algıda birbirini o kadar iyi tamamlıyor veya perdeliyor.

15 Temmuz’dan sonra AKP’li arkadaşlarıma şöyle demiştim: “Hepiniz ortak değerlere (!) ikna edilene kadar süründürüleceksiniz. Ama bir kez cân u gönülden ikna olduktan sonra yaşayıp yaşamamanızın sistem açısından pek önemi kalmayacak. Çünkü içiniz boşaltılmış; tarihsel, kültürel ve politik iddialarınızın tümünden istifa ettirilmiş olacaksınız.” İçi boş şahıs kültleri karşısında içi boşaltılmış kitleler… Yönetmek için ideal. 

Muhammed SARI (8 Muharrem 1447 - 3 Temmuz 2025)