ŞİİR KONUŞUR

Hepimiz bir bahaneyle kendimizi konuşuyoruz. Hakkıyla tanımadığımız o “kendimiz”den bahsetmeye meftunuz. Böyle bir çağa denk geldik. Kendimizi konuşuyoruz ama kendimizle konuşmuyoruz. İkisi arasında bir bağ ve bir fark var: Kendimizi konuşmak, kendimizle konuşmaya başlamanın ilk adımı olabileceği gibi kendimizle söyleşmenin önündeki en büyük engele de dönüşebilir. Modern insan kendi huzurunda el pençe divan. Öte yandan hep kendi nazarları altında olmaktan, yani kendinin fazla farkında olmaktan da huzursuz. Ne tuhaf, benliğimizi ilahlaştırırcasına hayatın merkezine koyuyoruz ama inceleme nesnesi bir şeyi nasıl ilah sayabiliyoruz?

Kendini konuşmak insanın doğal eğilimi olduğu için sanatın da varoluş sebeplerinden. Sanatçının gizli veya açık kendini şerh etmediği bir eser düşünemiyoruz. Sanat eserlerinin son mertebede bir ayna oluşu onun yansıtmacı, dışavurumcu doğasından ileri gelir. Yüzümüzü görmek için edebiyatın aynasına bakarız ama gerçek yüzümüzün orada olmadığını bilmek şartıyla faydalanabiliriz aynadan. Aynanın nesneyi gösterebildiği illüzyonuna kapıldığımızda sanatı hakikat, varlığı ölümsüz sanmanın kapısı da açılır. Çevrimi kendiyle başlayıp biten bütün sözler bu tuzağa düşer. Sanatçı söze ya kendinden başlatıp onu başka bir ufka ulaştırdığında yahut başka bir diyardan başlayıp sözü kendine vardırdığında bu döngüden nispeten kurtulmuş olur. Yalnızca nitelikli sözdür ki sözü aşma imkânı sunar. Sözden ibaret kalan söze Türkçede “laf” deriz. 

Kendini konuşmayı sevenler lafı kendilerine getirmeden edemez. Kendi haklarında konuşulmasını, kamuyu kendileriyle meşgul etmeyi severler. Onlarınki logoların, markaların, forsların dünyasıdır. Dünyaya izler ve işaretler bırakmaya, kendilerini o nişanelerde seyretmeye doyamazlar. Kendiyle konuşanların ise ne nişaneler umrundadır ne kamu. Doğrusu nam nişan sahiplerinin ve kamunun da böylelerinden haberi olmaz. Ekseriyetle uygunsuz ve marjinal olarak damgalanır “kendiyle konuşanlar.” Çünkü kamunun gözünde onlar “kendiyle konuşan” değil, “kendi kendine konuşan”lardır. Kendi kendine konuşmak modern hayatın normlarına uymuyor. Fakat endişelenilmesi gereken durum kişinin kendiyle konuşmayı kesmesidir. “Kendiyle konuşanlar” nedenleri irdelemeyi bırakmayanlardır. “Neden?” diye sormayana neden insan diyelim ki? Kendiyle bilişip konuşmak o kadar az insana nasip olur ki onlara artık sanatçı demek doğru olmaz. Çünkü eşiğinde durdukları şey artık bir tür aşkınlık bilgisi, bir tür metafiziktir. Sanatçı “sanatçı kalarak” o eşiği asla geçemeyecektir.

“Kendiyle konuşmak” ifadesi ilk bakışta yanıltıcı olabilir. Konuşma iki taraf arasında cereyan eder; fakat kişi kendi içinde tektir, bölünemezdir. Öyleyse “kendiyle konuşmak” olsa olsa bir iç bölünmenin neticesidir diye düşünebiliriz. İç dünyamızın bölünmesine ancak hastalık adını verebiliriz, “kendiyle konuşmak” değil. Konuşma “bir”in bölünmesiyle değil, “iki”nin bütünlenmesiyle cereyan eder. Bu bakımdan “kişinin kendiyle konuşabilmesi” eşya ve hadiselerin dilini bilmesi demektir. Yoksa kimse kendine sorduğu sorunun cevabını kendinden alabilmiş değildir. Hatta mantık gereği kişi kendine soru da soramaz. Soru -farkında olalım olmayalım- hep başkasına sorulur. Soru sarı çiçeğe sorulur.

Sorular dil içinde ve kendi içimizde boğulmamızı engelleyen, bizi yüzeye çıkaran, talih yaver giderse sahile varmayı sağlayan zihin hamleleridir. Özetle, sormak düşünmektir. Düşünceler boşlukta var olamazlar. Düşünceler dünyaya temas etmekten doğar. Bu bakımdan her düşünce (her soru) eşyadan çarpıp bize dönen bir yankının, insandan insana ulaşan bir ilişkinin hasılasıdır. Düşünceler eşya ve hadiselerden sekip boşluğa savrulmak için var olmuş değillerdir elbette. Yani “kendimizle konuşma” arzumuzun ereği ne nesneler ne öznelerdir. Konuşmanın amacı yükleme varmaktır. Sonra mümkünse yükle(n)menin mahiyetini araştırmaktır. Ve nihayet nasip edilirse “yük”ü tanımak, sevmektir. 

Yüksüz söz, yükümlülüksüz insan vasatlığa demir atar. Hâlbuki sanatta ve sanatla hiçbir şeyin vasatına talip olamazsınız. Sözü ve sahibini yükselten yüküdür. Sanatın özüne açılan kapının anahtarı bu yüzden kerameti kendinden menkul bir yücelik vehmi (kendini konuşmak şehveti) değil, kendinde mahfuz kıymeti aramakta (kendiyle konuşmak dileğinde) sebat etmektir. Yapmadır sanat, yapmacık değil. Menkul değerlerle değil, mahfuz değerlerle yol alır. Şair “kendini konuşmak”tan “kendiyle konuşma”ya geçebilirse şiir de konuşmaya başlar. Yükünü bilen Rabb’ini bilir. Yükünü bilen konuşursa şiir de konuşur. “Kendileriyle konuşulamayan Türkler”in kendi aralarında ne konuştuklarını anlamak için şiir dışında başvuracağımız bir kaynak yok.

Muhammed SARI (6 Zilka’de 1446 - 4 Mayıs 2025)