ESKİ SAVAŞÇILAR VESAİR

14 Mayıs 1950’deki ilk serbest seçimleri ne çoğunluk fikrinin kazandığı ne çoğulculuk fikrinin kaybettiği söylenebilir. Çünkü 27 Mayıs 1960 darbesi bu ayrımı anlamsız hâle getirmişti. Demokrasinin en göstermelik hâliyle bile uygulanmasına müsaade edilmeyeceği o gün belli olmuştu. O tarihten sonra çoğunlukçu sağ partiler içteki rey desteğini, çoğulcu sol partiler dıştaki pey desteğini ileri sürerek niceliğe dayalı bir siyasal hayat müsameresi oynadılar. Hesapçıydılar, sırlarını yıllarca sadece muhasebecilerine açtılar. Bu hesabîlik kendini en son 2018’deki 50+1 kuralıyla gösterdi. Sistem nicel olunca küçük, küçücük, minnacık partiler bile önem kazanıverdi. Çoğunluğu elde tutanlar kendini güvende hissedemedi. Eskiden, azınlıkta kaldıkları için nitelikten dem vurmalarına alıştığımız particikler bile virgülden sonraki küsuratlarıyla nimetten sayılır oldu. Demokrasiyi niteliğin hâkimiyetine aracı kılamayan, bilakis parmak hesabı üzerinden tanıyan bir toplumun bu tuhaflığa düşmesi kaçınılmazdı.

Çoğunlukçu tasarım dünyayı geniş bloklara ayırır, bölgesel ve kıtasal ölçekte birlikleri işaret eder. Çoğulcu tasavvur yeryüzünü sayısız renge boyar, siyasal hayatı bir halita gibi görür. Çoğunlukçular insanlık tarihinin başından beri siyasal ayrılıklar olageldiği gerçeğinin yansımasıdır. Diğer ifadeyle, ne kadar geniş birlikler tesis edilirse edilsin insanların tek bayrak altında toplanamayacağının ispatıdır. Çoğulcu harita ise insanların biyolojik, psikolojik ve kültürel farklılıklarını esas alır. Öte yandan bu verili farklılıklar mutlaklaştırıldığında toplum hayatını, giderek yeryüzünün esenliğini paramparça etme potansiyeli de taşır. Kategoriler yok sayıldığında kimliğin, mutlaklaştırıldığında kişiliğin zarar görmesi kaçınılmaz olur. Bir gün yeryüzünü uzaylılar, robotlar veya bunlarla aynı zihniyete sahip insanlar (!) topyekûn işgal etmeyecekse kategoriler varlıklarını bir şekilde sürdürecektir. 

Aklı başında bir siyasal oluşum hariçteki ve dâhildeki niceliksel dinamiklerin getirdiği fırsat ve riskleri kendi tekilliği/biricikliği lehine çözmeyi becerir. Çoğunlukçuluğun nerede adalet nerede zulüm olduğunu, çoğulculuğun ne zaman zenginlik ne zaman nifak olduğunu bilir. Omuz omuza durmanın ve göğüs göğüse gelmenin nomosunu açıkça ilan eder. Dost-düşman ayrımını sarahate kavuşturmayan veya iradesini uluslarüstü yapılara devreden hükûmetlerden bu hikmeti beklemek nafiledir. Bu noktada “Birleşmiş Milletler” ismindeki çelişkiyi, daha doğrusu isim üzerinden algımızın nasıl yönetildiğini hatırlamakta fayda var. Bir kere, birleşen milletlere artık “millet” denemez, olsa olsa küresel teknolojik hâkimiyetin yürütme aygıtıdır o. İkinci olarak, “birleşmiş” sıfatının vurgulanmasıyla diğer milletlerin dağınık, dışlanmış, zayıf olduğu ima edilir. Her iki durumda da veto hakkı olmayanlar için, yani “birleşmemiş tüm milletler” için çoğunlukçu ve çoğulcu fikirlerin en bozucu tesirlerine kapı açılmış olur.

Sistem için esas olan hâkimiyettir, hâkimiyetin hangi vasıtayla elde tutulacağı ikincil önemdedir. Libertenler eliyle de olur muhafazakârlar eliyle de. Dünyanın bir yerinde çoğulcu politikalar üzerinden de hâkimiyet tesis edilir, başka bölgelerde çoğunlukçu uygulamalar üzerinden de. Kültürel-biyolojik-psikolojik kategorileri yok sayar gibi de yapabilir, mutlaklaştırmış gibi de görünebilir. Hâkimiyet prensibi özünde aynı kaldığı için değişen vasıtalar birbirini dışlamaz; aksine, hâkimiyetin çapı “zıtların birbirini kapsaması” suretiyle genişler. Bilimcilik düşüncesini milliyetçilik, milliyetçiliği sömürgecilik, sömürgeciliği demokrasi, demokrasiyi teknoloji kapsar ve bu böyle sürüp gider. Katman geçişleri arasındaki kalıntıları temizlemek de bordrolu akademiye, resmî-gayrıresmî kolluk kuvvetlerine, istihbarat destekli medya ekiplerine havale edilir. İç içe geçen birçok katmandan söz etmek mümkündür ama modern Batı hâkimiyetini iki karakteristik döneme ayırabiliriz: ekonomik ve teknolojik dönem. 19. yüzyıl başlarında ekonomikleşen Batı düşüncesi, 20. yüzyılın sonlarına doğru teknolojikleşti. Başlangıçta hayat tarzını ulusal burjuva değerleri üzerine bina eden modern Batı, bugünkü metafiziğini küresel enformasyon ağları üzerine kuruyor. Anlayacağınız, artık “eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan.” Önce tacirler, ardından bürokratlar, derken bugün sadece uydular geçiyor. 

Enerji ve haberleşme ağları üzerine kurulmuş küresel teknolojik hâkimiyet mevcut siyasal birliklerin ve ekonomik ortaklıkların ötesine geçmiş görünüyor. Böyle bir dünyada hâlâ çoğulculuğa veya çoğunlukçuluğa dayalı demokrasi modellerini tartışanlar modern hâkimiyetin aslî unsurunu ıskalamıştır: Niceliği. Nitelik üzerinden konuşmaya başladığımızda gerçek düşmanı, yani küresel teknolojik hâkimiyeti şehadet parmağımızı doğrultarak, yani doğrudan işaret etme imkânı buluruz. Nasıllar yerine nedenleri koyduğumuzda sayısal bilimler-sosyal bilimler atışmasının ötesindeki bir epistemolojik alana açılmak istediğimizi beyan ederiz. Köprüden önceki son çıkışı kaçırdığımıza üzülmeyi bırakır, köprüyü havaya uçurmanın yollarını aramaya başlarız.

Muhammed SARI (28 Zilka’de 1446 - 26 Mayıs 2025)